Ülke, hem içeride hem de dışarıda birçok sorunla boğuşmanın yanında, Dünya sosyal ve ekonomik dengeleri hızla değişirken yeni Cumhuriyetin karşısına yeni olmayan ama yeni bir cephe açan büyük bir sorun ortaya çıkar. Bu arada iç politikada da iktidar ve muhalefet çekişmeleri bütün hızıyla sürmekte, kişisel hırslardan, halifenin vazgeçilmez hafifliğine, oradan da Cumhuriyetin hangi dini temele oturması gerektiğine dair ilginç tartışmalar devam etmektedir. Tarihler 13 Şubat 1925'i gösterdiğinde Doğuda Genç ilinin Piran Köyü'nde başlayıp kısa sürede bölgeye yayılan bir isyan patlak verir.

Şeyh Said isyanı olarak bilinen bu isyanın çıkış nedenleri üzerinde farklı görüşler vardır. Bu görüşlerden birisi 'Devlet'in görüşüdür. Buna göre söz konusu isyan; gerçekleştirilen devrimlere tepki gösteren çevrelerin başlattığı bir 'karşı ihtilal' hareketidir. Medreselerin kapatılmasına ve halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkan çevrelerin, saltanat ve hilafeti geri getirmek amacıyla başlattıkları bir isyandır.

İsyanın çıkmasında etkili olan faktörler arasında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın da payından söz edilir. Buradaki iddia da şudur; bu parti, programında dini inanç ve görüşlere saygılı olduğunu vurgulayarak rejim karşıtı çevrelere cesaret vermiştir. Dolayısıyla bu görüşe göre ; isyanda muhalefetin de parmağı vardır. Ayrıca dönemin muhalif basınının da hükümeti zayıflatacak yayınlarından dolayı bu isyanda etkisi söz konusudur. Bu konudaki bir başka görüş ise, Şeyh Said'in Kürt kimliğinden dolayı bu hareketin dini değil, aslında siyasi ayrılıkçı-etnik bir hareket olduğu iddiasıdır. O sırada Lozan'da halledilemeyen Musul meselesinden dolayı İngilizlerle sürdürülen görüşmeler esnasında Musul'u Türkiye'den almak isteyen İngilizlerin, isyancıları destekleyerek bölgede bir Kürt meselesi çıkarmak istemelerinin de payı vardır. Böylece İngilizler Türk hükümetini zayıflatarak, Musul meselesini kendi çıkarlarına göre çözümlemek istemektedirler. Çok zayıf bir ihtimal olarak görülmekle beraber, yeni devletin bütün yetkileri elinde toplamak isteyen bir politika izlemesinden dolayı, bölgedeki aşiret yapısının kaldırılması girişimleri yüzünden, Şeyh Said'in nüfuzunu kaybetme tehlikesine karşı ayaklandığı iddiası da ileri sürülen görüşler arasındadır. Özetle bu isyanın çıkmasında tek sebepten bahsetmek doğru değildir. Dolayısıyla bütün faktörlerin etkilerinin olduğu söylenebilir. Ancak, yaygın görüş; yeni rejime karşı duyulan memnuniyetsizlikten dolayı oluşan tepkidir.

İsyanın patlak vermesi üzerine dönemin Başbakanı Fethi (Okyar) Bey, olayı olağan görerek sıkıyönetim ile bastırılabileceği fikrini savunurken, İsmet Paşa ve bazı arkadaşları bu hareketi devrimlere tepki olarak değerlendirerek, çok sert tedbirlerle bastırılmasını isterler. Mustafa Kemal Paşa'nın ikinci görüşü benimsemesi üzerine, Fethi Bey görevden ayrılır. Yeni hükümeti kurma görevi İsmet Paşa'ya verilir. İsmet Paşa'nın hükümeti kurmasından sonra, ilk işi Takrir-i Sükun Kanunu'nu çıkarmak olur. 4 Mart 1925 tarihinde iki yıllığına çıkartılan kanuna göre, ülkedeki isyanları bastırmak için, İstiklal Mahkemeleri'nin kurulması kararlaştırılır. Bu amaçla biri Ankara'da diğeri ise isyan bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulur. Yaklaşık iki ay süren askeri harekat sonucunda isyan bastırılır. Başta Şeyh Said olmak üzere isyancılar idamla yargılanarak cezalandırılırlar. Yargılama esnasında Şeyh Said'in verdiği ifadelere bakılırsa ; isyanın siyasi boyutu yoktur. Yani isyancıların amacı Kürt devleti kurmak değildir. Medreselerin kapatılmasına ve halifeliğin kaldırılmasına yönelik dini bir tepkiden ibarettir.

İsyanın çıkmasında etkileri görülen çevrelere karşı sert önlemler alınır. İsyan sonrasında programındaki 'fırkamız itikad-ı diniyeye ve fikriyeye hürmetkardır' maddesinden dolayı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925 tarihinde kapatılır. Ayrıca basına sansür getirilerek, İstanbul'da yayımlanan Tevhid-i Efkar, İstiklal, Aydınlık, Son Telgraf, Tanin ve Sebilürreşad gibi bazı muhalif gazete ve dergiler kapatılır ve gazeteciler tutuklanır. Yine isyan sonrası iç politikaya ağırlık verilerek laikleşme yolunda yeni adımlar atılacaktır. Bu amaçla çeşitli çevrelerce istismar edilen tekke, zaviye ve türbeler kapatılarak, 'şeyhlik' ve 'dervişlik' gibi ünvanlar yasaklanır. Daha da önemlisi Takrir-i Sükun Kanunu'nun getirdiği ortamdan yararlanılarak Türk aile yapısında değişiklikler oluşturacak, Türk Medeni Kanunu, bu dönemde kabul edilir (17 Şubat 1926).

Cumhuriyetin ilk yıllarında patlak veren bu isyan, dönemin hükümetini oldukça uğraştırmıştır. Henüz, yeni devlet, eskisinin yaralarını sarıp modern bir toplum oluşturmak için çaba sarfederken, böyle bir isyanın çıkması bazı sıkıntıların doğmasına da yol açmıştır. Her şeyden önce rejim sertleşmiş ve demokrasinin yerleşmesi gecikmiştir. Bu arada Musul kaybedilmiş ve 1930 tarihindeki Serbest Fırka deneyimine kadar tek parti dönemi devam etmiştir.

Tahlil

Şeyh Said Ayaklanması bir hafta içinde 14 ile yayılmış ve öteden beri Kürt hareketlerinin başkenti sayılan Diyarbakır'ı da saran bir isyan halini almıştır. Şeyh Said, ayaklanmaya hazırlıksız başladığı için başka Kürt beylerini de peşinden sürüklemeye çalışmaktadır. Bunu başaramayıp, Diyarbakır'ı da ele geçiremez. Bu arada yığınak yapan ve Suriye'den gelen Fransız demiryolunu kullanarak ayaklanmacıları arkadan çeviren ordu birlikleri durumu yavaş yavaş denetim altına alırlar, Şeyh Said ve çevresi yakalanır. Bastırma işlemi bir buçuk ay kadar daha sürer. Ayaklanmanın önderi Şeyh Said, ayaklanma bölgesine gönderilen Şark İstiklal Mahkemesi'nde amacının halifeliği getirmek ve şeriat düzenini kurmak olduğunu söylemektedir. Bu ayaklanmanın temelde ne olduğu konusunda üç ayrı tez bulunmaktadır. Birincisi; bizzat Şeyh Said'in söylediği dinsel hareket tezidir. Şevket Süreyya'nın ve Kinross'un da katıldığı bu tez zamanın yöneticileri tarafından da dile getirilmiştir. Bir çok çevre tarafından Şeyh Said Ayaklanması, bir irtica olayı olarak sunulur. Bunun nedeni, örneğin ülkede başlatılmış halifeliğin kaldırılması, ya da yapılacak Medeni Kanun gibi büyük ve önemli devrimsel düzeltimlere karşı olan genel direnç havasını, irticanın ayaklanma düzeyine erişecek kadar devletin başına bela olduğunu göstererek dağıtmak, ayrıca politik alanda gerekli temizliği yapmak için ayaklanmadan yararlanmak olsa gerektir. Nitekim, bütün devrimsel düzeltimler bu ayaklanma üzerine çıkartılan Takrir-i Sükun Kanunu'nun yarattığı bastırma, yoketme ve savaş havasından yararlanarak çıkartılmıştır. Ayrıca aynı yasayla istenen temizlik yapılmıştır. Bununla birlikte, gerek Şeyh Said'in evrakı içinde 'Kürdistan Harbiye Nezareti' başlıklı kağıtların bulunması, gerekse Şark İstiklal Mahkemesi'nin Şeyh Said'i 'Bağımsız Kürdistan' kurmak istemekle suçlaması ve mahkum etmesi, bu tezin sağlamlığına gölge düşürmektedir.

İkinci tez, ayaklanmanın feodal, antikapitalist bir nitelikte olduğunu ileri sürmektedir. Bu teze göre ; Mustafa Kemal bir burjuva devrimi yapmaktadır. Kapitalizmin bölgeler arası eşitsiz gelişme özelliği sonucu geri kalan Doğu bölgesi bu burjuva devrimine feodal bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu açıdan Şeyh Said ayaklanması, ilerici Kemalizme karşı yapılan (sosyo-ekonomik bakımdan) gerici bir harekettir. Bu görüşün varsayımı, burjuva devrimlerinin feodal sosyo-ekonomik düzeni ortadan kaldırmaya giriştikleri varsayımıdır. Ancak, Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nı eşrafla bağlaşma yaparak gerçekleştirdiği için kırlardaki feodal düzene dokunmaya girişmemiştir. Atatürk'ün, '…..memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır' gibi sözleri, toprak reformuyla teknik olarak ilgisi olmayan, ancak bir iyi niyet anlatımı olan sözlerdir. Atatürk fazlasıyla gerçekçidir. Ödün vermez bir bağımsızlıkçı olduğundan, sonu belli olmayan bir Kurtuluş Savaşı'na girişmiştir ama, bu onun tek 'garantili' olmayan eylemidir. Önder daima başarılı olmuşsa, bu dehası yanında, biraz da altından kalkamayacağı işlerin üzerine gitmekten dikkatle kaçınmasındandır. Atatürkçü iktidarla eşraf ve toprak ağaları arasında daima sessiz bir sözleşme olmuştur. Atatürkçü iktidar toprak düzenine o an için dokunmamış, kır kesimine egemen ögeler de Atatürkçü yönetimin tutkusu olan kentsel alandaki Batıcı düzeltimlere karşı çıkmamışlardır. Bu nedenle Doğudaki sosyo-ekonomik düzeni değiştirmeye yeltenmeyen Ankara'ya Şeyh Said'in feodal bir tepki göstermesi pek mantıklı değildir. Bununla birlikte bu görüş, zamanında Türkiye Komünist Partisi tarafından paylaşılmış, böylece Türk komünistleri Kürtlere ulusal ayrılık hareketi diye bakmaktan, yani self-determinasyon hakkı tanımak zorunda kalmaktan kurtulmuşlardır (Devam Edecek).