Sivas Katliamının 27. Yıldönümü olan 2 Temmuz 2020 günü yapılan anma törenlerinde meydanlar ağıtlarla ve lanetlerle inledi…

Ama 'elde hüzün kaldı…' Bir 'umut' serpilemedi yanan yürekler üzerine…

Çünkü 2 Temmuz yangını sönmedi. Hatta o yangından yükselen kara bulutlar her geçen gün ortalığı daha da karartıyor.

Üstelik böylesi karanlık ortamda densiz bir dalkavuk çıkıp 'Sivas Katliamı demenin suç olmasını…' istiyor.

Görünen o ki, 'kaynağı kurutulamayan yangınlar sönmüyor…'

Ve görünen o ki, Sivas Katliamının kaynağındaki 'gerici zihniyet' kurutulamadıkça bu yangın sürecek…

Öncelikle belirtelim ki, 2 Temmuz Katliamı, 'Sivas Kongresi' gibi bir köşe taşının merkezi olan Sivas ilinin 'özel' bir sorunu değildir.

Bu sorun, 'dinsel ya da etnik bir grubun özel sorunu da değildir…'

Sorun, bir 'insanlık' sorunudur. Ve 'masum değiliz hiçbirimiz…'

Çünkü Sivas'ın ülkesinde, yani 'bizim ülkemizde' yangınlar sürüyor…

ÜLKEMİZDE 'DOĞA' YANIYOR

Ülkemdeki 'doğa yangınları' son yıllarda iyice harlandı. 'Saray ve şürekasına rant sağlamak için…' bu ülkenin dört bucağında doğa katlediliyor.

Medyamızda neredeyse her gün, 'Şurada maden aramak için, şu kadar ağaç kesilecek, şu kadar tarım alanı yok olacak…' diye haberler veriliyor.

Örneğin, Eskişehir- Alpu'nun tepesindeki 'Termik Santral kılıcı sallanmaya devam ediyor…' Üstelik Mihalıççık, Sivrihisar, Beylikova ilçelerini kapsayan alan içinde 'maden çıkarmak uğruna 187 bin ağaç kesile…' deyi ferman çıkarılmış durumda…

'İtibardan tasarruf etmeyenler ', itibar kazanmak(!) için doğanın imiğine çöküyorlar…

Yaşadığımız mevsimde artacak olan 'orman ve anız yangınlarının' altında yatan da 'cehalet ve rant' değil midir?..

ÜLKEMİZDE 'BİLİM, DEMOKRASİ ve SANAT' YANIYOR

Ülkemizde zaten özürlü olan 'bilimin yol göstericiliği', son yıllarda toplumsal yaşamımızın tüm alanlarında tamamen yok edilmiş durumda.

Artık bu ülkede toplumsal kararlar, 'bilime ve akla göre değil; tek adam sisteminin nakline göre' verilir oldu…

Ülkemde 'demokrasinin kuralları ve kurumları' artık işlemiyor. Demokrasi denince ilk akla gelen 'eşitlik, özgürlük, barış, kardeşlik, laiklik…' gibi kavramlar artık bize yabancılaştı. Ve demokrasinin olmazsa olmaz kurumları olan 'yasama, yürütme, yargı' artık 'tekleşti…'

'Sanat' ise 'içine tükürülecek şey…' oldu bu ülkede.

Demokratik toplumsal yaşam için bundan daha büyük yangın olur mu?

Ünlü düşünür Goethe'nin dediğince, 'Örgütlenerek harekete geçmiş cehaletten daha korkunç bir şey yoktur…'

SENDİKALARI 'ÇOKLADIK', SIRA BAROLARDA…

Demokrasi tarihimizin altın yıllarından olan 1973- 1980 sürecinde, sendikalar ile meslek kuruluşları arasında çok güçlü bir örgütsel dayanışma vardı. Dahası, 'demokrasi mücadelesinin parlamento ve kitlesel mücadele unsurları uyum içindeydi…'

Örneğin, o yılların temel sorunlarından olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM)' ne karşı 'birlik' içinde mücadele verildi. Sokaklarda 'DGM'ye Geçit Yok!' ya da 'DGM' yi Ezdik Sıra MESS' te' diye yükselen sesler, TBMM'de karşılık bulabildi…

12 Eylül 1980 faşist darbesinin temel amacı 'toplumda ivme kazanan demokrasi için birlik oluşumunu dağıtmak…' idi. Onun için yapıldı 1982 Anayasası ve çeşitli antidemokratik yasalar... Yasaların yetmediği yerlerde 'ince taktikler' geliştirildi.

Önce, demokrasi mücadelesinin temel dayanaklarından olan 'sendikalar iyice çoklandı…' Sendikal hareketin evrensel ilkelerinden olan 'sendikal birlik' ve 'sendikal bağımsızlık' ilkeleri sulandırılarak; 'dinsel, etnik ve siyasal temele dayalı sendikalar' üretildi. 'Devlet ya da siyasal parti güdümlü sendikalar' oluşturuldu. Günümüzde özellikle kamu çalışanlarının oluşturduğu 'sendika enflasyonu' akıllara zarardır…

Şimdi sıra, Anayasal dayanağı olan 'Kamu kuruluşu niteliği taşıyan meslek kuruluşlarında…' Ancak tek adam sisteminin bu konuda bazı endişeleri var.

Birincisi, anayasal tanım içinde yer alan 'ticaret ve sanayi odalarını çoklamak istemiyorlar…' İkincisi de tanım içinde yer alan 'diğer meslek kuruluşlarının hepsini birden karşılarına almak istemiyorlar…'

Onun için 'geçmişte kitlesel demokrasi mücadelesine en az bulaşan barolar' ilk hedef olarak özellikle seçilmiş durumda… Sanki 'sürünün içindeki 'sarı öküzü' seçer gibi…'

Şimdi TBMM' deki RTE/ AKP/ MHP ittifakı; 'işe kitleleri bulaştırmadan, sanki yangından mal kaçırır gibi, konuyu mecliste halletme peşinde…'

Sonra da gelsin sıradaki mimar, mühendis ve sağlık meslek odaları…

Ama o tek tekçi ittifakın göremediği bir gerçek var. Başta barolar olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin azim ve kararlılığı…

TÜM YANGINLARA KARŞI 'BİRLİK' GEREK

Yukarıda çizmeye çalıştığım yangın tabloları lütfen içinizi karartmasın. Çünkü Nazım Ustanın dediğince, 'Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak…'

Enseyi karatmayanlar bilirler ki, toplumsal yaşamda iyi, güzel ve doğru değerlere ulaşmak için 'birlikte mücadele' çok önemlidir.

Ülkemizde yaşamakta olduğumuz yangınlar; 'etnik, dinsel ya da geleneksel yaklaşımlara kapılmadan ve ama mama demeden birlikte mücadele gerektiriyor…'

Ta ki, 'Çeliğe su verilinceye kadar…'

Ve ta ki, 'Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…'

Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla, birlikte…