Dün çok sevdiğim, değer verdiğim, önemsediğim bir arkadaşımla sohbet ettim.
Sevdiği ve değer verdiği biri ile sohbet etmek insan için bir zihinsel şifa yerine geçiyor, insana çok iyi geliyor. Bazen bunları ben niye düşünmedim diyor.
Bu tür bir sohbette insan kendini özgür hissediyor, hatta biraz da şımarıyor.
Ben sordum o cevap verdi.
İnsan kendini nasıl değerli görür? Dedim.
'İnsan kendine izin verdiği ölçüde gerçek değerini bulur. Eğer insan kendini kısıtlarsa, sevgisini, öfkesini göstermek yerine susmak zorunda kalırsa kendini değersiz hisseder. Hatta kendine izin vermeyen insana başkaları da değer vermez. Kendimize izin verdiğimiz ölçüde yaratıcı, üretken ve mutlu oluruz' dedi.
Birden düşündüm. Kendimizi ne kadar ihmal ediyoruz. Merakımız, ilgimiz, ihtiyaçlarımız, dikkatimiz, arzu ve isteklerimiz esaret altında. Duygularımız iyice köreldi. Sevgiden, tutkudan ve mutluluktan giderek uzaklaştık.
Düşüncelerimi kendime saklayarak tekrar arkadaşıma döndüm.
Havalar soğudu, bu yıl gerçek anlamda bir kış yaşıyoruz, her yer buz gibi oldu dedim. Sözü hemen aldı ve 'Gerçek buz, insanların birbirini terbiye etmek için kullandığı gereksiz mesafedir' dedi. Bu mesafe iletişimin önündeki en büyük engel, sorunları niye çözemiyoruz sanıyorsun? İşte bu buz yüzünden. Çünkü bu buz kolay kolay çözülmez' diye sürdürdü sohbeti.
Okullarda ve kurumlarda uyguladığımız sorun çözme teknikleri geldi birden aklıma. Tabi aynı anda sorunları neden çözemediğimiz. Peki sorunları nasıl çözebiliriz? dedim.
'Öncelikle birbirimizi terbiye etmek için kullandığımız gereksiz mesafeyi ortadan kaldırarak, yani buzları çözerek veya kırarak. Her türlü sorunu sevgi ve karşılıklı bağımlılık ilkesini uygulayarak çözebiliriz' dedi. Karşılıklı bağımlılık ilkesini ilk defa sizin bir köşe yazınızda okumuştum. Karşılıklı bağımlılık, birinin vazgeçilmezi olmak da değil, vazgeçilmezimizi bulmak da değil. İki taraflı sorumluktur, çift taraflı vazgeçilmezliktir, birlikte öğrenmektir, birlikte gelişmektir diye yazmıştınız' dedi.
Sorun çözmenin ön koşulunun buzları çözmek, sevgi ve karşılıklı bağımlılık ilkesi olduğunu söyleyince, tekniğin önemli ama ilkenin daha önemli odluğunu düşündüm.
Sohbet çok iyi gidiyordu. İyi sohbet insanın zihnini açıyor, yüreğine ferahlık veriyor.
Eğitim dedim. Daha der demez 'bu günlerde herkes eğitimi konuşuyor, kimisi umutlu, kimisi eğitim konusunda tamamen umudunu kaybetmiş durumda' dedi. 'Okullar aynılaştı, biri diğerinden farksız duruma geldi, çocukların hepsi karakter ve kişilik olarak aynı hale getirildi' diye devam etti. Bir eğitimci olarak çok üzüldüm. Gerçekten çocuklarımız birbirinin benzeri oldu diye düşündüm.
Çocuklarımız neden birbirinin aynı oldu diyecektim ki 'çocuklarımızda duygu yok' diye sürdürdü konuşmasını. 'İnsanları farklılaştıran duygularıdır, duygu olmadan öğrenme ve gelişme olmaz, duygu yoksa bellek kayıt yapmaz' dedi.
Gerçekten de unutamadığımız ve hiç aklımızdan çıkmayan olaylar ve durumlar içinde duygu olanlardı. Yaşadıklarımızın içinde sevgi, sevinç, mutluluk, heyecan, coşku, hüzün, korku vb. duygular varsa belleğimizden silinmiyor.
İnsanın mutlu ve huzurlu olması için dünyaya geliş sebebini keşfedebilmesi, hiç tanımadığı birine günaydın diyebilmesi, engellerimi kaldırıyorum kendime izin veriyorum diyebilmesi gerekir, diyerek sohbetimizi sürdürdük.
Mutlu ve huzurlu olmak için bir de sohbet etmek lazım dedik.