Aylardır dünyayı ve ülkemizi sarsan Covid 19 depreminin üzerine, şimdi bir de 'İzmir depremi' eklendi…

Ve aylardır ülkemizde Covid 19 ile adeta 'işbirliği (!)' yapan 'cehalet (bilmezlik, bilgisizlik)'; şimdi de deprem üzerine derin fetvalar üretiyor…

Küresel salgın sorununu 'sürü bağışıklığı çözümüne havale edenler', şimdilerde İzmirlilerin yaşam tarzını deprem ile karalıyorlar…

Oysa bilim ve akıl; 'Yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalara ve bu dalgalanmaların yeryüzünü sarsmasına deprem denir' diyor.

Eğer bir birey depremin nedenini insanların yaşam tarzlarına ya da dinsel/ siyasal görüşlerine bağlıyorsa, bu bir 'psikiyatri' sorunudur…

Ama böyle bir 'zihniyet' eğer örgütlü ise bu bir 'demokrasi' sorunudur…

Çünkü 'depremin dinsel/ siyasal görüşlerle ilgisi olmadığı, ama ülke yönetimiyle doğrudan ilgili olduğu' bilimsel bir gerçekliktir…

Eğer bir ülkede 'cehalet: bilmezlik, bilgisizlik' örgütlü biçimde sürdürülüyorsa, üstelik o ülkede toplumsal sorunlara karşı 'ihmal: gereken ilgiyi göstermeme, önem vermeme, boşlama, savsaklama' çok yaygınsa…

Üstelik o ülkede, toplumun karanlık alanlarındaki cehalet örgütleri ile devlet örgütlenmesi iç içe geçmişse…

O ülke için Goethe'nin dediğince; 'Örgütlenmiş bir cehaletten daha korkunç bir şey yoktur…'

En iyisi biz son İzmir Depremi için ise Ahmed Arif'in insancıl dizelerine kulak verelim: 'Nerede bir can ölse, / Oralı olur yüreğim, / Olmalı zaten; / Olmazsa, / İnsan olmaz yüreğim…'

Ülkemizde 7 aydan beri sürmekte olan küresel salgına karşı canları pahasına hizmet veren 'Tüm Sağlık Çalışanlarına' ve İzmir depreminde görev alan 'Arama Kurtarma Ekiplerine' teşekkürler ve şükranlarımızla…

SORUNUMUZ CUMHURİYET DEĞİL, 'FAŞİZM'

Türkiye'de son yıllarda '29 Ekim Cumhuriyet Bayramı' artık resmen savsaklanır oldu. Bu yıl da Cumhuriyetimizin 97. Yıl Dönümü kutlamaları Covid 19 bahanelerine takıldı… Son yıllarda birçok ilimizde halkımızın katılımıyla yapılan kutlamalar ise salgın sönüklüğü içinde geçti…

Ancak ülkemizde 'Cumhuriyet üzerine tartışmalar' değişik boyutlarda sürüyor. Bu tartışmalarda üç eğilim olduğu görülüyor.

Tartışmaların birinci boyutunda yer alan 'Cumhuriyete tümden karşı olanlar' artık saldırılarını pervasızca sürdürüyorlar. Onlara göre; 'ülkemizde son yüzyıldaki tüm kötülüklerin kaynağı cumhuriyettir…' Önerdikleri ise 'saltanatın ve İslam halifeliğinin cihat yoluyla yeniden kurulmasıdır… '

Dünyada adına 'teokrasi, otokrasi, faşizm' gibi isimler verilen bu sistem, geçmişteki uygulamalarıyla insanlığın yüzkarası olmuştur ve günümüz insanlığının lanetlediği bir sistemdir.

Tartışmaların ikinci boyutunda yer alanlar ise 'bilime ve demokrasiye aykırı bir biçimde Cumhuriyeti tabulaştıranlardır…' İşin ilginç yanı, Cumhuriyet tarihimizdeki bazı antidemokratik uygulamalar bu 'tabulaştırma' düşüncesi doğrultusunda gündeme getirilmiştir. Hem de Cumhuriyetimizin kurucularının iradesine aykırı olarak…

Görünüşte birbirini dışlayan bu iki yaklaşım, adeta diyalektiğin 'zıtların birliği' ilkesinin örneğini oluşturmaktadırlar. Çünkü her ikisi de cumhuriyetin özüne zarar vermektedirler…

Oysa Cumhuriyet bir ülkede yalnız en üst yöneticinin halk tarafından seçildiği bir yönetim değildir. Başta hukukun üstünlüğü, laiklik, çoğulculuk olmak üzere, her alanda demokratik uygulamalarla tamamlanması gerekir.

Bu bağlamda Türkiye'nin güncel sorunu; tepemizde tepinen faşizm tehlikesine karşı 'Cumhuriyetimizi korumak ve geliştirmektir…' Yani 'Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmaktır…'

Üstelik ülkemizin yaşamakta olduğu şu kara günler; 'sosyalist cumhuriyet' ya da 'halkçı cumhuriyet' gibi halk çoğunluğunca yeterince bilinmeyen kavramlar üzerinde soyut tartışmalar yapılacak günler de değildir…

SORUNUMUZ MUHALEFET DEĞİL, 'İKTİDAR'

Ülkemizde son 18 yıldan beri yaşamakta olduğumuz bir aymazlık da 'demokrasi sorunlarımız söz konusu olunca, öncelikle muhalefete saldırmak…'

Bence bu durum, başımızdaki iktidarın as sözcüsünün her fırsatta ana muhalefet partisi CHP'ye saldırması taktiği sayesinde oluştu…

CHP'nin bu taktiğe karşı laf yetiştirmeye kalkışması ve diğer muhalif grupların 'öncelikle CHP'yi eleştirmenin dayanılmaz hafifliğine kapılması' sonucunda; CHP adeta 'günah keçisi' durumuna düşürüldü…

Demokrasiden yana olan yurttaşlar ve örgütler olarak, öncelikle ülkemizin bugünkü sorunlarının temel kaynağının başımızdaki iktidar olduğunu görmek durumundayız. Sonra da hep birlikte çare aramak…

ÇAREMİZ; 'DEMOKRASİ İTTİFAKI'

Demokrasinin askıya alınmakta olduğu ülkemizde, demokrasiden yana olan örgütlerce/ kişilerce; 'geciktirmeden, belirsiz olarak ertelemeden, savsaklamadan' ivedilikle yapılması gerekenler konusu şöyle özetlenebilir:

  • Demokratik Parlamenter Sisteme yeniden işlev kazandırılmalıdır.

Son on yıl içinde ince taktikler sonunda uygulamaya sokularak ülkemizin başına büyük sorunlar getiren ve bizde 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' ya da 'Tek Kişi Sistemi' diye adlandırılan otokratik sisteme son verilmeli; geliştirilen demokratik sisteme yeniden işlev kazandırılmalıdır…

  • 'Demokrasi İttifakı' genişletilmeli ve geliştirilmelidir.

Otokratik tek adam sistemine karşı birlikte mücadele verecek olan 'demokrasi ittifakının yelpazesi genişletilmelidir'. Mevcut 'Millet İttifakı' bileşenleri yanında; merkez sağ ve liberal kesimlerden, sosyalist kesimlere uzanan bir birliktelik hedeflenmelidir. Bu birliktelik içinde HDP'nin ve sosyalist partilerin de yer alması mutlaka sağlanmalıdır…

Unutmayalım ki, karşımızdaki sorunlar ve çözümler, 'armudun sapı, üzümün çöpü…' gibi bahanelerle savsaklanmayacak kadar önemlidir.

Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…