Elbette tatlı sudan söz ediyorum…
Dünyanın yüzde 70'i suyla kaplı…
Ancak bu yüzde 70'lik suyun, yalnızca yüzde 3'ü içilebilir su…
Evet yalnızca yüzde 3'ü…
İçilebilir, insan sağlığına uygun, tatlı su…
Diğerlerinin tamamı deniz, okyanus…
Tuzlu su yani…
Gerçi gelişen teknoloji ile birlikte İsrail gibi bazı ülkeler, tuzlu deniz suyunu bile işlemden geçirip, içilebilir hale getiriyorlar…
Ancak meşakkatli ve pahalı bir süreç…
Önümüzdeki yıllarda (belki 50, belki 100 yıl sonra) dünyada petrol ya da doğal gaz nedeniyle değil, kullanılabilir su nedeniyle savaşlar çıkacak…
Dicle ve Fırat, Türkiye'de doğuyor ama Suriye ile Irak'ın can damarı…
Bulgaristan için Meriç Nehri öyle…
Asi ve Aras nehirleri de ülkemizde doğup, sınır ötesine geçiyorlar…
Türkiye ileriki yıllarda Dicle ve Fırat su havzalarını çeşitli yöntemlerle dizginleyip, bu ülkelere daha az su gitmesine neden olursa ne olur?
Savaş olur…
Bu kaçınılmaz…
Kaldı ki Türkiye, tatlı su kaynakları açısından, zannedildiği gibi, çok da zengin bir ülke değil…
***
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölüm Başkanı Prof. Dr. Yusuf Demir, bir sempozyumda yaptığı konuşmada, Türkiye'nin tatlı su rezervleriyle ilgili şu bilgileri veriyor…
'Bizim toplam su varlığımız 112 milyar metreküptür.
Bunu bir birim ne arttırabiliyoruz ne de azaltabiliyoruz.
Bunun 98 milyar metreküpü yüzeyde, 14 milyar metreküpü de yer altında.
Nüfusumuza böldüğümüzde de kişi başına bin 300 metreküp su düşüyor. Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına 8 bin 500 metreküp suyun olması gerekiyor.
Bir ülkenin su fakiri sayılabilmesi için kişi başına bin metreküpün altında suya düşmesi gerekiyor.
Yapılan hesaplamalara göre bu gidişle 2025 yılından sonra Türkiye nüfusunun 100 milyonu aşacağı hesaplanıyor ve o zaman 112 milyar metreküpe böldüğümüzde de bin metreküpün altına düşüyoruz.
Türkiye içinde bölgelere baktığımızda Marmara ve Ege Bölgelerinde şu anda bin metreküpün altına düşmüş durumda.
Bir başka tehlike, Türkiye'nin toplam su kaynaklarının yüzde 38'ini oluşturan Dicle ve Fırat'tır.
Bunlar da elimizden gitmek üzere.
Eğer giderse 112 milyar metreküp su rezervi 65 milyar metreküpe iniyor.
Onun için su zengini değil, su fakiri sınırında olan bir ülkeyiz.
Dünyanın yüzde 40'ı su sıkıntısı ile karşı karşıyadır.
Birleşmiş Milletler'in son raporunda su kıtlığı çekecek 33 tane ülkenin içerisinde Türkiye 27. sıradadır…'
İç karartıcı bir tablo değil mi?
Bence öyle…
***
Peki bu bilgilerle, bu yazdıklarımla ulaşmak istediğim nokta neresi?
Çok basit…
Eskişehir ile kullanılabilir su rezervi açısından, ne kadar avantajlı olup olmadığımızla ilgili…
Yıllardır söylenen şudur…
Eskişehir'in altı su kaplı…
3-5 metre tulumba borusu çaksanız su çıkar…
Hayır artık onlar masal oldu, hiçbir yerden 4-50 metreden önce su çıkmıyor…
Şehrin içinden Porsuk geçiyor…
Sakarya, inci bir gerdanlık gibi Eskişehir'in etrafından kıvrılıp, Karadeniz'e dökülüyor…
Sırası değil belki ama bütün nehirlerin yani bütün tatlı suların dönüp dolaşıp denize, yani tuzlu suya karışmalarına gıcık oluyorum…
Ancak, doğanın da vardır bir bildiği diyerek, kendimi teselli etmeye çalışıyorum…
Bu yönden bakıldığında, Eskişehir'in yaşanacak su kıtlığı döneminde Türkiye'nin birçok bölgesi kadar şanssız olmayacağını düşünmek içimi rahatlatıyor…
En azından Porsuk ve Sakarya tamamen kurumadığı sürece…
İşte, kullanılabilir tatlı su bu kadar önemli ve bu kadar stratejik bir konumda…
***
Lütfen hafızanızı zorlayın…
Yılmaz Büyükerşen 1999 yılında Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine gelir gelmez, Porsuk'tan da, tramvaydan da önce el attığı mesele nedir?
Kalabak Suyun isale hattını rehabilite etmek, kullanılan boruları değiştirmek, Aydın Arat döneminde cam damacana ile başlayan Kalabak Su dolum ve dağıtım sistemini son teknolojik araç ve gereçlerle donatmak…
Ardından analiz laboratuarı kurup, Kalabak su ve çeşme suyunun günlük kontrollerini yapmak…
Kalabak Su Dolum Tesisleri, bugün itibariyle Türkiye'deki hemen hiçbir özel su şirketinin sahip olmadığı teknoloji ve donanıma sahiptir…
Ve aynı zamanda Eskişehir,
Dünkü yazıda da söz etmeye çalıştığım gibi, Büyükşehir Belediyesi sayesinde Türkiye'deki tek içme suyu dağıtım organizasyonuna sahip…
Ne İstanbul, ne Ankara, ne İzmir, ne de başka bir şehir böyle bir lükse ve kolaylığa sahip değil…
Hem Kalabak Suyun kıymetini iyi bilmeli, hem de bu organizasyonun değerini (insan eliyle yapılan bir hata olsa da) çok yıpratmamalıyız…
Çünkü bu su bize çok ve çok uzun süre daha lazım…
***
Diğer taraftan,
Haddim olmasa da, Kalabak Su sıkıntısı ile ilgili tepki ve serzenişleri de anlamaya çalışıyorum…
Anladığım şu;
Kalabak Su Eskişehir ve Eskişehirliler için çok değerli…
Vazgeçilemeyecek bir noktada ve Kalabak Suya ulaşamamak insanları çok kızdırıyor…
Çünkü, bu yaşananları şöyle savuşturmak da pekala mümkün…
'Arkadaş Kalabak Su kapına gelmiyorsa, ara bilmem ne su markasını, kapına kadar getirsinler…'
İşte Eskişehirlinin böyle bir şey yapmaya gönlü el vermiyor…
Böyle bir şeyi, şehrine ihanet olarak görüyor…
Ve kızıyor…
Ve öfkeleniyor…
Ve öfkesini bir şekilde ifade ediyor…
Bu kriz birçok olumlu gelişmeye de vesile olacak diye düşünüyorum…
Zaman içinde gözden kaçan, ihmal edilen birçok nokta, dipli köşeli araştırılacak, incelemeler yapılacak, bu ve benzeri olumsuzlukların bir daha yaşanmaması için, gerekli önlemler bugünden alınacak…
Bunu da, 'Her musibette vardır bir hayır…' ata sözümüzle anlamlandırmak, bence çok da kötü değil…