Taparcasına aşıktı Reis'e. Kefen param diye yastık altında tuttuğu birkaç yüz dolarını O'nun çağrısıyla bozdurduğu zaman, düşman cephesine birkaç gülle sallamış asker gibi gururluydu. Heyecanla anlatıyordu:
'Dış güçler ülkemizi her yandan sarmış, reisi dolarla zor duruma sokmaya çalışıyorlar. Reis çağrı yapınca 'çorbada tuzumuz bulunsun' istedim, bozdurdum dolarları. Bu milli bir dava kardeşim!'

***

Dört bir koldan devlette tasarruftan bahsedildiği, büyüklerin vatandaşı tasarrufa davet ettiği günlerden biriydi.
Bir tabureye oturmuş, sırtını duvara vermiş, güneşlenirken yakaladım arkadaşımı. Yanı başına oturdum, sağdan soldan laflarken söz döndü dolaştı 'tasarruf'a geldi. Biraz makam arabası bolluğundan, ihalelerde müsrif davranıldığından, kimsenin tasarrufa önem vermediğinden dem vurmak istedim.
'Ben harcamalarımı kıstım kardeşim.' dedi ve ekledi.
'Artık gereksiz harcama yok. Hanımı da, çocukları da uyardım. Artık fazla yemek yapıp artanı dökmek yok. Su ve elektrik tasarruflu kullanılacak. Evin badana zamanı gelmişti, bir yıl erteledim. Bak, kahveye girip çay bile içmiyorum. Reis'in dediği gibi bir lira tasarrufun bile çok önemi var.
Bu bir kurtuluş hareketi!'

***

Biraz çekinerek 26 Ağustos günü Malazgirt Zaferi kutlamasında (sonradan adına otağ dediyse de) Reis'in,
'Ahlat'a bir saray yakışır!' sözünü hatırlattım.
Doğrulup yüzüme baktı ve uzunca bir 'Eeee!' çekti.
'Hani tasarruf masarruf filan…' diyecek oldum.
Yeniden yaslanıp gözlerini kapadı:
'Sen bu milli dava işinden hiç anlamıyorsun kardeşim. Reis boşa söyler mi? Saray gerekli ki yapılacak!' dedi.

***

Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda verilen 30 Ağustos resepsiyonunun, adını bilmediğimiz acayip yiyecek/içeceklerin yer aldığı menüsünün basına düştüğü günlerdi.
'Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smothie, liçi meyvesi eşliğinde efuli, starex meyvesi eşliğinde aloeevara, zencefilli somonlu suşi, pataşur içerisinde çerkez tavuğu…'
Tam da Muratoğlu'nun 'yediğini bilene devlet nişanı takmalı' dediği cinsten bir liste.

***

Listenin olduğu gazeteyi elimde sıkı sıkı tutup arkadaşımı bekledim. Kasketi yana kaymış, omuzları düşmüş bir halde geldi, selamsız ve keyifsiz karşımdaki sandalyeye çöktü.
Göz işaretiyle 'N'aber?' gibisinden bir mimik sarkıttım, dişlerinin arasından 'hiç' anlamında 'çık'ladı.
Gazeteyi açtım, menüyü okudum. Saraydı, yemekti, israftı… Aralıksız konuştum, anlattım, söylendim.
Peş peşe sıraladım cümlelerimi. Tasarrufa ne olduğunu sordum. Hiç sesi çıkmadı. Süngüsü düşmüş, biraz kırgın, yüzüme baktı.
Güleyim mi, acıyayım mı bilemedim!

***

Onun bu hali yüreğime oturdu; arkadaşıma kıyamam ben.
'Karnın aç mı?' dedim. Başını salladı.
'Hadi gel sana lahmacun ısmarlayayım. Yanına ayran da söyleriz.' dedim.
Başını kaldırdı, güldü ve ekledi:
'Oooo, bakıyorum sen de israfı sevmeye başladın!'

***

Aslan tilkiye sormuş:
'Orucu ne zaman tutarsın?'
Aslanın inançlı bir dindar olduğunu bilen ve kendisine verdiği güce ihtiyacı olan tilki düşünmüş taşınmış:
'Senin karşına çıktığım zaman!' demiş.

***

Hani birileri tasarrufu sadece milletten bekliyor, milletin karşısına çıkıp hamaset edebiyatı yaparken hatırlıyor ya!