Dünyayı saran salgın döneminde, adına 'küreselleşme' denilerek sevimlileştirilen 'vahşi kapitalizm' büyük yara aldı.
Her türlü hizmeti özel sektöre devredip 'devleti küçültme anlayışı' olarak bildiğimiz ve bütün dünyayı egemenliğine alan 'özelleştirme', salgın sonrasında kendini tüketeceğe benziyor.
O zaman böyle bir başlık yakışırdı doğrusu:
'Tüketim diye diye kendini tüketti.'
***
Ülkemizde bizim atamızdan, dedemizden beri devletin asli görevidir diye bildiğimiz iş kolları, uzun zamandır kapılarını özel sektöre açmıştı.
Özel sektörün yamyam iştahı, özellikle toplum için en hassas alan olan eğitim ve sağlığı kapladı.
Kişisel yatırımı zor olan devasa işletmeleri, ülkenin en değerli şirketleri özel sektöre, dolayısıyla yabancı sermayeye devredildi.
Birkaç kamu bankası dışında ekonomik güç bırakmayan iktidar, son olarak Türkiye Varlık Fonu adı verilen ucube bir şemsiyenin altına sığınmaya çalıştı.
***
Duyumlara göre Türkiye Varlık Fonu da artık ülkenin ekonomik değerlerini işporta tezgahında pazarlamaktan vazgeçmiş, süsleyip püsleyip korumalı vitrinlerde sunmaya karar vermiş. Ya kaynak aktarılarak işlerlik kazandırılacak ya da dışarıdan garantili yatırımcı bulunacakmış.
Tabii bu bizim özel sektörümüzün, seçilen patronun (!) gücünün yetmediği hacmi büyük alanlarda olacakmış.
Anlatılan biraz BMC modeline benziyor. BMC de önce Ethem Sancak'a verilmiş, boyunu aştığı görülünce Katarlı bir ortak bulunmuştu.
Aslında zaten Katarlıya verilecekti, Sancak paravan olarak kullanıldı diyorsanız; ben de sizin gibi düşünenlerdenim.
***
Özal'ın serbest piyasa ekonomisi hayali satılmadık kamu malı bırakmamaktı. Ardılları da kamuya ait ne varsa özelleştirme yoluna girdi.
Özelleştirmede başka yollar da varken, nedense o yollar görmezden gelindi.
Örnek derseniz; yıllarca yenilenmediğinden ve yeni yatırım yapılmadığından çağdaşlarının gerisinde kalan; dolayısıyla yüksek işletme giderini, aşırı borç yükünü taşıyamayan, mali sorunlarını aşamadığı için kapatmak ya da özelleştirmek amacıyla masaya yatırılan Karabük Demir Çelik uygulaması var geçmişimizde.
Fabrika yapan fabrika olma özelliğiyle hem yarattığı istihdam, hem ülke ekonomisine/sanayisine verdiği yönle bu önemli işletmenin kapatılması koskoca bir şehrin aç kalması, terk edilmiş vahşi batı kasabasına dönüşmesi demekti.
Özelleştirmek mümkündü. Birçok özelleştirme örneklerinde görüldüğü gibi, fabrikası için değil sahip olduğu değerli arazilere ağzı sulanan çoktu.
O günlerde devletin biriken borçları üstleneceği, fabrikanın paylarının üç yıl satmama şartıyla sembolik rakamla işçilere devredileceği bir öneri gündeme gelmişti. Çalışan işçi ve işçi üzerinden para kazanan esnafın fabrikayı sahipleneceği bir 'özyönetim modeli' amaçlanıyordu.
Başarılı olup olamayacağı belli olmayan, uygulamaya da geçilemeyen bir mülkiyet modeliydi önerilen.
Siyasi nedenlerle bu uygulama da başarısız oldu.
***
Dünya şimdi bir 'dönemeç'ten geçiyor.
Komünist/sosyalist bloğun geçmişteki ekonomi işletmeleri insanlarının keyfiliği nedeniyle başarısız olmuş ve tam devletçi modeller yıkılmıştı.
Acımasız köpek balığı gibi para getiren her uygulamaya saldıran kapitalist sistem ise, insan unsurunu geri plana atmış, üretime odaklanmış, tüketim sever insanın gözünü boyarken marifetlerini ortaya dökmekle meşguldü.
Ancak yaşadığımız küresel salgın, devletleri yeniden kamu yararını, nitelikli kamu hizmetini düşünmeye zorladı.
Yepyeni istihdam ve paylaşım yöntemleri aranır oldu.
***
Aslında kapitalizm çöküyor. Ve dünya ekonomisi yepyeni modeller arıyor. 'Kamu-halk iş birliği'ni gerektiren modeller daha cazip hale geliyor.
Patlayan işsizlik depremi, iflas tsunamisine maruz kalan devletler yarın ne olacağını bilemiyor.
Ülkemizin geleceği ile ilgili bazı modellerin tartışılma zamanı geldi de geçiyor bile.
Zira 'yol yaptı edebiyatı' sona erdi artık.