Toprağı vatan yapan millettir. Millet vatan toprağını sınırların dışından gelen tehlikelere karşı koruduğu gibi, içerde olabilecek zararlara karşı korumakla da sorumludur. Bu zararların bazısı doğanın zorlu, karşı konulması güç hatta bazen olanaksız olabilen gücü tarafından meydana getirilirken, bazısı belki de çoğu yaşadığı vatanın topraklarını korumakla en azından vicdanen yükümlü insanların faaliyetleri sırasında ve/veya sonrasında meydana gelmektedir. Yaşayabilmek için mutlak gerekli, en önemli kaynaklardan biri olan toprakları doğal etkilerden koruyabilmek ve/veya zararlarını en aza indirebilmek için insanların bir kısmı yoğun çalışmalar yapar ve önlemler almaya, aldırmaya uğraşırken, bir kısmının giderek artma gösteren zararlarına karşı önlemler almak gün geçtikçe zorlaşmaktadır.
Bu durum, Nasreddin Hoca'nın her biri birer hayat dersi olan fıkralarından birinde geçen 'Kendi Bindiği Dalı Kesmenin' bir bakıma tam örneğidir. Yazının başlığındaki ifade, Mustafa Kemal Atatürk'e aittir. Bu ifadeden her birey, her meslek, her kurum-kuruluş, her sektör ders çıkarmalıdır. Bu yazıyı; kendisine bu ifadeden ders çıkarmış, birey olarak sahip olduğu sorumluluğun bilincini çevresinden başlayarak ülkenin her yanını aşılamaya ömür vermiş, sadece ülkemizin değil dünyanın saygısını kazanmış ve Orman Kahramanı Olarak ilan edilmiş bir vatan evladını, kimi çocukların gördüklerinde 'Erozyon Dede' diye yanına koştukları, Türkiye'nin 'Toprak Dede'sini Hakkın rahmetine uğurladığımız 22 Ocak 2020 Çarşamba günü kaleme aldım.
Onun toprağına kavuştuğu saatlerde bulunduğum köy kahvesine toplanmış çok sayıda çiftçinin hepsinin en içten şekilde rahmet dilemesi, hüzün içinde bir teselli oldu. Toprağı, suyu, üretimi anlatırken, onun 'Olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu var' deyişini hatırladım. Bir demeden çok demeden, herkese bildiğimizi aktarmayı sürdüreceğiz, kılavuz olma çabasını hiç bırakmayacağız ve borcu ödemeye devam edeceğiz. Erozyon, tahribat, aşırı ve/veya hatalı kimyasal gübre ve ilaçlarla kirlenme, yanlış işlemelerle yapısal bozulma, hatalı sulamalarla çoraklaşma, yanlış üretim teknikleriyle biyolojik ve kimyasal yapıda bozulma vb. birçok faaliyet sonucu tarım topraklarımız verimliliğini (verim gücünü), sağlığını, kalitesini giderek kaybetmektedir. Toprakları gerektiği kadar korumadan, yıllarca bir tarlayı işlemek, bakım-onarım yapmadan bir fabrikayı tam kapasite ile çalıştırmaya benzer. Bir süre sonra üretemez hale bile gelebilir.
Topraklarımızın çoğu gizli açlık çekmektedir, zira hep alınmakta fakat eksilen yeterince, bazı alanlarda ise hiç geri kazandırılmamaktadır. Genetik olarak yüksek ürün verme kapasitesinde olan bitki çeşitlerinin verebileceği üst sınıra ulaşıldığında, ürünleri paylaşacak olan ve giderek artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için en büyük destek, toprakların üretkenlik gücünden gelebilecektir. Küçük alanlardan ailesinin geçimini sağlayacak kadar ürün alabilme derdinde olan küçük üretici toprağına bakım için yapabileceği uygulamalara yetişememekte, toplamı büyük ama çok parçalı arazilerde üretim yapanlar zamana sığdıramadıkları için belki de her parça için farklı yapılması gereken uygulamaları yapamamakta, icara yer tutanlar kendilerinin olmayan topraklara hiç masraf yapmadan sadece kazanmaya baktıkları için bakıma, korumaya önem vermemekte, kendileri üretim yapabilecek durumda olmayan veya yapmak istemedikleri için topraklarını icara verenlerin çoğu sadece kira geliri almaya baktıkları ve topraklarının ne duruma geldiğini idrak edemedikleri için, 'Değerine Paha Biçilemeyen Bir Varlık' olarak nitelendirilen topraklarımız acil bakım, destek ve yardım beklemektedir. Vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz.