Toplumsal ilişkilerimizde 'Bir olaydan ders almak…' anlamına gelen 'kıssadan hisse çıkarmak' deyimi yaygın olarak kullanılır. Ama çoğu zaman bu güzel deyimin çıkarımlarını gereğince irdelemeyiz. Oysa 'yaşam her alanda bizlere öyle güzel dersler veriyor ki…'

Toplumsal yaşamımızın temel ve güncel sorunlarından bazılarını, 'ders alabilmek amacıyla' birlikte irdelemeye çalışalım.

'HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK' DEĞİL Mİ ?…

Her ne kadar 'ekonomik ve siyasal amaçlı anketlerde baş sıralarda gösterilmese de', özellikle son 6 aydan beri dünyanın (ve Türkiye'nin) baş sorununun 'sağlık' olduğu yadsınamaz.

Ülkemizde zaten sorunlu olan sağlık alanında, Covid- 19 küresel salgını sürecinde öyle çok kıssadan hisse yaşandı/ yaşanıyor ki… Ve bu yaşananlar bize diyor ki:

* 'Toplumumuzda sağlık kültürü/ bilinci düşüktür'. Oysa sağlık salt dua ile ya da ilaç ile değil; 'bilimsel bilinçle' korunur…

* 'Sağlık bir kamusal hizmettir'. Oysa son yıllarda Türkiye' de sağlık alanında 'özel sektör' ağırlık kazanmıştır…

* 'Sağlık hizmetlerinin temel unsuru olan sağlık çalışanlarının iş sağlığı ve iş güvenliği önlemleri yetersizdir…' Oysa yumurtasız omlet olmaz…

* Covid- 19 küresel salgını süresinde gündeme sokulan 'Kontrollü Sosyal Hayat Önlemleri güven vermiyor'. Toplumsal yaşamda bu önlemleri 'umursamayanlar' ile 'panik yaşayanlar' arasında adeta yarış yaşanıyor…

* Ve işin acısı; sağlık alanıyla ilgili yetki ve kararlarda 'sağlık bilim kurulları' ile 'sağlık meslek örgütlerinin' adı bile geçmiyor.

Bakın geçen hafta sosyal medyaya da yansıyan bir 'Kaymakamlık yazısı' ne diyor: 'Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatları doğrultusunda, İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu'nun kararları uyarınca (…) İlçemizde de Covid-19 tedbirlerine yönelik kapsamlı bir denetim gerçekleştirildi…'

Sözün özü, önümüzde 'her şeyin başı olan sağlığımız…', karşımızda ise 'her şeyin başına tek kişinin oturduğu bir yönetim sistemi…'

Üstelik bu sistemde 'bilimsel liyakat, uzmanlık, hukuksallık, demokratiklik' gibi kavramlar beş para etmiyor…

Ve böyle durumlarda halkımız arasında çokça kullanılan öyle güzel 'kıssadan hisseler var ki…'

'EKONOMİ TIKIRINDA…'

Değerli sanatçımız Timur Selçuk'un, 'Nereye Payidar?' adlı müzikal oyun için 70'li yıllarda bestelediği ve yıllarca dillerde dolaşan meşhur şarkısının nakarat bölümünün sözleri 'Kriz var, bunalım var! Ekonomi tıkırında…' şeklindeydi.

O şarkı sanki bu günler için bestelenmiş. Çünkü 'Tek Kişilik Saray Hükümetinin tek yetkilileri (!)' oturup kalkıp halka umut aşılamak için 'ekonomide pembe tablo' çiziyorlar…

Ama mızrak çuvala sığmıyor. Son günlerde yapılan tüm anketler, 'Ülkenin baş sorunu ekonomi' diyor. Yazılı, görsel ve sosyal medyada ise 'ekonomi tepetaklak' söylemi çokça kullanılıyor…

Görünen o ki ülkemizde artık 'RTE/ AKP/ MHP ittifakı' kontrolü kaybediyor; ekonomik kriz engellenemiyor, işsizlik patlaması sosyal sıkıntı yaratıyor, döviz ve altın her gün 'rekor üzerine rekorlar kırıyor...'

Böyle bir yangın ortamında iktidarın muktedirleri 'ekonomiyi korumak ve geliştirmek için' olağanüstü gayret gösteriyor… Örneğin: '

* 'Virüse karşı ekonomiyi korumak için', Tatil yerlerinde maskeye ve mesafeye özgürlük getirildi…

* 'Okulların bir an önce ekonomiye kazandırılması için', öğrencilere ve öğretmenlere 'seferberlik' görevleri düzenleniyor…

* Ekonomik işletmelerdeki 'emekçiler' için 'yeni fedakarlıklar' planlanıyor…

* Ekonomiye katkısı olmayan 'yaşlıları' virüsten korumak için 'yeni kısıtlamalar' gelebilir…

Bu olağanüstü gayretler sanki diyor ki: 'İnsanlar ölebilir, ama ekonomi canlı kalmalı…'

Yaşamın gerçekleri ise duyarlı yurttaşlara Timur Selçuk'un şarkısıyla soruyor:

'İşsizlik pahalılık/ Konjonktür enflasyon/ Milletçe fedakarlık/ Kriz bunalım derken/ Bilançoya bir baktık: Bu yıl iki misli kar/ Hayret su işe bak sen/ Nerden geldi bu karlar/ Kime gitti bu karlar…?' .

Yaşamın gerçeklerinin bize sunduğu 'kıssadan hisseyi' de, Bertolt Brecht'in dizesinden ve Ruhi Su'nun bestesinden/ sesinden dinleyelim:

'Kaldırmadıkça başlarımızı/ Sefaletimiz bitmez…'

VE 'DEMOKRASİMİZ' DERİN UYKUDA…

Bugün ülkemizde adeta deri uyku (koma) yaşayan demokrasimizin durumu, CHP'nin İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi' nde şöyle tanımlanıyor: 'Demokrasi sadece kağıt üstünde kalmıştır. Yasama, yargı ve medya bir kişinin vesayeti altındadır…'

Aynı beyannamede, başımızdaki yönetim sistemi de 'Tek Kişilik Saray Hükümeti' olarak betimleniyor.

Ülkemizde böyle ucube bir sistemin oluşmasının elbette ki çoklu etkenleri var. Ama bence iktidarın özellikle son yıllarda çokça ve hoyratça kullandığı 'ayrımcılık/ ötekileştirme politikaları', bu kötü olgunun temel etkeni olmuştur.

Günümüzde 'ırkçılığın yeni biçimi' olarak tanımlanan 'ayrımcılık'; ne yazık ki tüm dünyada adeta 'virüs' gibi tehlikeli biçimde yayılma eğilimindedir. Yayılımı sürecinde 'cehaletle, şiddetle, güçle ve kinle beslenen ayrımcılık; demokrasinin en büyük düşmanı olmaktadır…'

Böyle bir durumda, CHP Beyannamesi'nde belirtildiği gibi; 'Yeni bir Anayasa ile Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sisteme geçiş için, öncelikle geniş bir toplumsal mutabakat sağlanması…' doğru ve yerinde bir çağrıdır.

Ülkemizde demokrasiden yana tüm kişiler ve kuruluşlar, bu birliktelik çağrısına katılmak ve katkıda bulunmak zorundadır.

Bence bu tarihsel zorunluluğun 'kıssadan hissesi': 'Ulaşın (iletişim kurun), Uzlaşın, Birleşin, Paylaşın!' kavramlarıyla özetlenebilir…

Duyarlı yurttaşlar için şu yaşadığımız günler; 'amalı- mamalı bahanelerle…', ' İnce'li- Kalın'lı varyasyonlarla', ve özellikle 'sosyal medya fantezileriyle…' harcanmayacak kadar değerlidir.

Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla ve birlikte…