İlk kez 1992 Ağustos'unda, Makedonya'dan bir ödül almak için gelmiştim Bulgaristan'ın başkentine. Yugoslavya parçalanmış, her an patlak vermesi beklenen bir savaşın eşiğindeki bölgede gerilim artmıştı. Belgrad yolu kapalıydı, Selanik'ten de Üsküp'e gitmek olanaksızdı. Sofya'da, beni Makedonya'ya götürecek aracı beklemek zorunda kalmış, bu fırsattan istifade kentin müzelerini, komünist dönemden miras devasa anıtlarıyla ezici, taş yapılarını görmüştüm. Bu kez parklarında dolaştım yalnızca. Nazım Hikmet'in şiirinde geçen, eski adıyla 'Boris' yeni adıyla 'Hürriyet' parkına da düştü yolum, Bulgarca'ya çevrilen 'Boğazkesen' romanımın tanıtımının yapıldığı 'Kültür Sarayı'nın kafeteryasına da. Ve Sofya'nın olası bir Balkan savaşı korkusundan sonra, Avrupa Birliği'ne tam üye bir ülkenin başkenti sıfatıyla olumlu yönde nasıl değiştiğine, gelişip güzelleştiğine tanık oldum.

Balkan kentleri genelde, aşırı nüfus artışından ve bunun doğal sonucu trafik ve konut sorunundan nasiplerini almadıkları için hala sakin görünümlerini korumaktalar. Sofya'da öyle. Düzenli işleyen toplu taşıma araçları, eski İstanbul'u anımsatan tramvay ve troleybüsleri, Roma döneminden kalma hamamları, Osmanlı'dan miras camisi ve birbirinden güzel Ortodoks kiliseleriyle görülmeye değer bir kent. Aleksandr Nevski gibi görece yeni ve altın sarısı soğan kubbeleriyle parıldayan kiliseler de var elbet, ama ortaçağdan kalma, duvarları rengarenk fresklerle süslü, alçak kubbeli kiliselere daha fazla ilgi duyduğumu belirtmeliyim. Bunlardan en güzeliyse kentin biraz dışında kalan, ağaçların arasında unutulmuş, hatta terkedilmiş gibi bekleyen Boyana Kilisesi.

UNESCO'nun dünya mirası bağlamında korumaya aldığı, X. yüzyıldan kalma bu kilise Balkanlar'ın en ilginç fresklerine sahip. Dalgalı denizde pupa yelken yol alan gemiyle yolcuları, Likyalı kraliçe İrini'yle Bulgaristan kralı Tikhi Konstantin'in sarı-kırmızılı giysiler içinde soylu duruşları, İsa'nın derin ve acılı bakışları, Aziz Nikolas'ın beyaz sakalı, Azize Desislava'nın siyah gözleriyle kırmızı, somurtkan dudakları daha dün boyanmış izlenimini uyandırıyor. Değişik tarihlerde birbirine eklenerek yapılmış kilisenin bir başka özelliği de Vitoşa'ya yakın oluşu. Kayak yapmak için buraya geleceklere mutlaka Boyana'yı da görmelerini öneririm.

Sofya'nın merkezinde, başkanlık sarayının arka avlusuyla Sheraton Oteli'nin çevrelediği bir kilise de dikkatimi çekti. Onun da tuğla duvarları, küçük bir kubbesi ve Aziz Yorgo'nun tasvir edildiği ortaçağdan kalma freskleri var, ama Boyana kadar cazibesi yok. Yıllar önce ağabeyim Seyfettin Gürsel'le Paris'te öğrenciyken, tatil için yurda arabayla dönerdik, bir an önce İstanbul'a kavuşmanın telaşıyla Sofya'yı hep teğet geçerek. Bir defasında araba arızalanınca onarım için beklemek zorunda kalmış, 'Serdika' adıyla bilinen devlet mağazalarını gezmiştik.