Görevim nedeniyle dört bir köşesini gezdiğim Anadolu'nun birçok köyünde, birçok mahallesinde bulundum.

Güven ve huzur buldum, akıl ve erdem gördüm Anadolu insanının arasında. Ondandır insanları sorgusuz savunmalarım.

Her köyün bir 'deli'si, bir de 'bilge'sinin olduğuna tanıklık ettim.

Delisi dışlanmaz; sataşılan neşe kaynağıdır; gerektiğinde korunur kollanır.

Öğretimden yoksun; gelenek göreneklerden aldığı eğitimiyle, duruşuyla, konuşmasıyla, halkın asırlardan günümüze taşınan birikimi ve erdemiyle, değme profesörleri cebinden çıkaracak bilgiye, olgunluğa ve duyarlığa sahip 'bilge emmi'leri hep takdir ettim.

Değerlerin yaşatılması, hoşgörünün yaygınlaşması, doğrunun bulunması, barışın sağlanması, huzurun paylaşılmasında toplumun önderi, inşasında da baş mimarıydılar.

Miras kavgalarında, tarla ihlallerinde, kız kaçırmalarda, kavgalarda ara bulucu olur; düğün ve imece işlerinde, zirai gelişmelerde, toplumsal olay ve işlerde en önde giderlerdi.

Sözleri tutulur, saygı duyulur, akıl alınırdı.

Ağızlarından kışkırtıcı, incitici tek söz çıkmazdı. Yalan ve haksızlığı babası ya da oğlu bile olsa kınar, sustururdu. Politikacıların yanlışlarını -oy verdikleri bile olsa- görüp ayıplayabilirdi.

Bilge emmiler yol gösterendi, halkın aklıydı.

***

Şimdilerde; böylesine 'arif' insanları bağrından çıkaran toplumumuz, 'kral çıplak düzeyi'ndeki siyasi yalan, talan, hata ve manevralar karşısında suskun; vurdumduymaz.

Göre göre taraftarı oldukları siyasilerin 'sütten çıkma ak kaşık' olduğu iddiasındalar. Bırakın karşı çıkmayı; yalanı, yanlışı savunmaktalar.

Önceki yazılarımda muhafazakar otoriter rejimlerin, iktidarlarını devam ettirebilmek için 'savaş sevici' olduklarını; ülkemizin de bu tehlike ile karşı karşıya olduğunu defalarca anlatmıştım.

Ülkenin savaşa sokulması halinde, sanki sadece muhaliflerin canı yanacak; akrabasına, komşusuna gelen yangın kendisine uğramayacak aymazlığında toplumumuz.

Düşünmeden edemiyorum, 'İçinden bunca erdemli bilge çıkaran bu topluma ne oldu?' diye! Tehlikeyi görmüyor, görmek istemiyorlar.

***

Fıkra bu ya!

Tanrı tavlaya oturmuşken bir melek gelir ve 'dünyada durumun çok gergin olduğunu, savaşın çıkmak üzere olduğunu' söyler.

Heyecanlı tavla partisinin arasında Tanrı sorar:

'Türkiye'ye bir şey oldu mu?'

Melek:

'Hayır, henüz Türkiye'ye bir şey olmadı.' der.

Tavla partisine devam edilir. Biraz sonra melek yine gelir:

'Tanrım, durum giderek gerginleşiyor, lütfen müdahale edin!' der.

Tanrı bakar:

'Türkiye'ye bir şey oldu mu?' der.

'Henüz bir şey olmadı ama savaş çıktı çıkacak. Türkiye'de savaşa girdi girecek!' der Melek.

Tavla partisi devam eder. Biraz sonra tekrar gelen Melek heyecanla:

'Tanrım savaş çıktı. Ülkeler birbirine girdi. Füzeler uçuşuyor!'

Tanrı:

'Geliyorum, geliyorum. Türkiye savaşa girdi mi?' der.

'Milyonlarca insan ölüyor Tanrım. Türkiye'de savaşa girdi.' der Melek.

Tanrı artık oyuna aldırmaz, tavlayı kapatıp ayaklanır. Melek sorar:

'Tanrım, kusura bakmayın, ama onca ülke savaşa girince umursamadınız da, neden Türkiye savaşa girince ayaklandınız?'

Tanrı başını iki yana sallayarak cevaplar:

'Sorma; diğerleri neyse de, bu Türkler her şeylerini bana emanet etmişler.'

***

Anladım ki;

'Davul zurna az' psikolojisiyle doğruyu yanlıştan ayıramayacak, üstümüzdeki miskinlik toprağını atamayacak durumdayız!

Bilgelerini ve erdemlerini yitirmiş bir toplum olarak,

Allah'a emanet, geleceğe doğru gidiyoruz!