Son günlerde toplumun değişik kesimlerinde yapılan dost sohbetlerinde sıkça duyduğumuz kelimedir 'yozlaşma'.

Farklı sosyo-ekonomik yapıdaki, farklı kültür anlayışına sahip insanlar birbirlerini işaret ederek 'iyice yozlaşıyoruz' yargısına ulaşmaktadır.

Aynı toplum içinde farklı davranış ve yaşam biçimlerini gösteren insanlar neden birbirlerini 'yoz' olarak etiketler?

Sözlüklerin açıklamalarını toparlayarak yozlaşmayı 'özündeki iyi nitelikleri bir takım dış etkenlerle, zamanla yitirmek, soysuzlaşmak, özünden uzaklaşmak, manevi anlamda değer yargılarını, özelliklerini değiştirmek, bozulmak, dejenere olmak' şekilde tanımlayabiliriz.

Bu açıklamadan şunları anlıyoruz:

Birincisi, bir değişim söz konusu. Değişimlere direnen ister birey, ister toplum olsun geri kalmaya mahkum olmaktadır. İnsan zekasının yarattığı kolay ve rahat yaşam koşullarından uzak kalmaktadır. İnsanlık tarihine baktığımızda değişime direnenlerin kaybettiğini, ayak uyduranların kazandığını görürüz. Öyleyse önceki davranış ve yaşam biçimini değiştirerek, aksi düşüncedekilere göre 'yozlaşan' insan, bu yozlaşmadan kazançlı çıkmaktadır.

İkincisi, yozlaşmanın en fazla göze çarptığı zeminin kuşaklar arasında olmasıdır. Yeni kuşaklar eskilere göre yaşantılarını, anlayışlarını teknolojinin ve iletişimin de gelişmesiyle değiştirmekte, dolayısıyla bir önceki kuşağa göre yozlaşmaktadır.

Üçüncüsü ve en önemlisi özündeki iyi niteliklerin dış etkenlerle değişimidir.

Özde değişim!

Bireysel ve toplumsal anlayışın değişimi! Yani uzun yıllar toplumun içinde var ettiği değerlerde değişim!

İşte yozlaşmanın anlaşılması ve irdelenmesi gereken bölümü burasıdır.

İnsanlar birbirinin farklılıklarını anlayarak ve sindirerek, bunların bir zenginlik olduğunu düşündü. Yenilmesi gereken doğal hayatın karşısında daha da farklılaşarak değişik alanlarda uzmanlaştı. Ortak noktalardan hareketle bu farklılıkların bir arada yaşabilmesini sağlayan değerleri oluşturdu. Bu değerlere sahip çıkarak, asırlar boyu değişerek, refah düzeyini artırarak yaşadı. Bu ortak değerler içinde herkes kendisi oldu ve çağdaş toplumlar bu yolla oluşturuldu.

Sanayi devrimiyle birlikte birey ve toplum hayatına kapitalizm müdahil olmaya başladı, tüketim toplumu yaratmak için ortak değerler şemsiyesi altında farklılıkları kaşımaya başladı. İnsanlar, bu etkiyle parçası olduğu doğaya, değerlere ve diğer insanlara yabancılaşmaya başladı. Her gün medya yoluyla pompalanan popülist hayat kabul gördü. İnsanların başkalarının yaşamını taklit süreci başladı. Bu özenti ve taklit ortamında 'kendi başına insan' olduğunu sandı ve 'öteki'leşti. Sonuçta toplumu bir arada tutan, insanı insan yapan değerler çatırdamaya başladı.

Yaşanılan topluma göre eleştirel bakılan yozlaşma, göreceli bir anlama sahiptir. Aynı değer yargıları ve etik anlayışın olduğu toplumda yozlaşma gelenek, görenek ve diğer yazısız kurallar ile toplumun sahip olduğu olanaklara göre anlam bulur. Bölgeler ve yerleşim yerleri arası göçün tetiklemesiyle çeşitli kültürlerin iç içe yaşamaya zorlanması, gelir dağılımının dengesizliği ötekileşmeyi körükledi. Köyden şehre göç eden birine göre şehir yaşamının uzun yıllarda geliştirdiği değerler, şehir yaşamındaki birine göre göçmenin köyünden getirdiği alışkanlık ve değerler 'yozlaşma' olarak görüldü ve ötekileşmenin sosyal dozu arttı.

Yozlaşma kendine kültürel alanda yer bulunca bilimsel, politik ve yönetsel alanlarda da etkili oldu. Tüm insanlığın kabulü olan bilimsel değerlerin yerini dedikodular, hurafeler, şarlatanlıklar doldurdu. Politikacılar halkın gözünün içine baka baka yalan söylemeye, adalet ve refah için politika yapmak yerine belirgin bir güç elde etmek için politika yapmaya başladılar. Epeyi de başarılı oldular. Lord Acton'un şu sözü son yıllarda kulaklarımızda çınlamaktadır: Güç yozlaşma doğurur, mutlak güç mutlak yozlaşma demektir.

En acısı da yönetsel alandaki yozlaşmalardır. Adam kayırmacılık, siyasal kayırmacılık, patronaj ve hizmette kayırmacılık, birilerinin gönüllerini yapma amacıyla olmaması gerekeni oldurma gibi değerler tablosunda yer almayan her türlü etik dışı anlayış zemin buldu.

Bilincimizin derinliklerinde herkes yozlaşmanın farkına varıyor. AVM'lerdeki bistrolarda büyük saksılarla yaratılmaya çalışılan yapay doğallığın yerinde daha önce zaten doğallığın kendisinin var olduğunu ve insanlığın gelişim adına bunu değiştirdiklerini bilmiyorlar mı?

İnsanlar neden eski mekan ve eşyalara ilgi duyuyorlar? Nedir bu organik gıdalara duyulan sevda? Eskiye özlem, insanın yozlaştığını bildiğinin, bilinçaltından açığa çıkmış duygusudur.