Ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel şehrinde ilk Siyonist kongre toplanmıştı.

Bu kongreye başkanlık eden kişi de Siyonizm ideolojisinin babası olarak bilinen Theodor Herzl idi. Siyonizmin ana hedefi; Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan Yahudileri bir araya getirerek Yahudiliği egemen kılmaktı. Yahudi inancına göre Filistin toprakları ve çevresi yani Şam Diyarı olarak adlandırılan, “Suriye, Ürdün, Filistin, Lübnan ve Osmanlı’nın Güney sınırları” içine alan bölge vaat edilmiş topraklar olarak kabul ediliyordu. Siyonistler önce İngiltere ile iş birliğine gitti. Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve zayıflatmak için her fırsatı değerlendiren Batı, Siyonistlerin teklifine olumlu baktı. Böylelikle Fransa, İngiltere ve Rusya 1916 yılında Sykes – Picot anlaşması imzaladı. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’ da ki topraklarının; İngiltere, Fransa ve Rusya ile paylaşılarak, kutsal yerleşim yeri olan Filistin Yahudiler tarafından işgal edilecekti. Bu anlaşma doğrultusunda 1917 yılında İngilizler, Filistin işgalini gerçekleştirdi. Bu işgalin amacı Siyonist hakimiyetinin alt yapısını etnik ve dini koşullarda oluşturmak, İslam coğrafyasının kalbine karakol yerleştirmekti. Emperyalizm, Müslüman dünyasının zenginliklerini yağmalamak, Müslümanları parçalamak istiyordu. Çünkü burası petrolüyle, yeraltı madenleriyle, tarımıyla vazgeçilmez bölgeydi. Mesele sanki sadece İslam ve din konusuymuş gibi sunulurken bu emperyalist işgali kapitalizmin yarattığı gerçeğinin üzeri örtülüyordu. İngilizler işgalleriyle, toplu katliamlarıyla, yağma ve talanlarıyla Müslümanları öldürürken diğer taraftan da Yahudilerin bu topraklarda mülk edinmelerini, yerleşmelerini sağlıyorlardı. İngilizler uzun yıllar boyunca Ortadoğu topraklarının zenginliği üzerine hakimiyet kurdu ve 1947 yılında toprakları Yahudilere bırakıp, buralardan ayrıldılar. BM Genel Kurulu, Filistin topraklarının iki devletli çözümünü 181 sayılı kararıyla kabul etti. Filistin topraklarının %55’ini ve verimli kısımlarını Yahudilere, çölden ibaret toprakları da Araplara verildi. 1948’de bu kutsal topraklarda İsrail Devletinin kuruluşu yayınlandı. Egemen sınıfların kapitalizm terörü, bir kez daha kendisini gösteriyordu. Bu bölgedeki soğuk atmosfer artık fiili bir atmosfere dönüştü. Uzun yıllar boyunca devam eden çatışmalarda binlerce Filistinli yurtlarını terk etmek zorunda kaldı.

İsrail’in hak ihlalleri zincirlerinin ilk halkaları…

Filistin’in nüfusunu azaltmak amacıyla mülkiyet hakları, miras hakları gasp ediliyor, evleri yıkılıyor, evsiz kalan Müslümanlar göçe maruz bırakılıyordu. Müslümanlar için kutsal sayılan Mescid-i Aksa ve buradaki Müslümanlara yönelik provokatör faaliyetler zincirin bir başka halkasını oluşturuyordu. Din ve ibadet özgürlükleri engelleniyor, sonu gelmez tutuklamalar, işkenceler, cezaevlerine atılmalar başlamıştı. Sık sık yapılan ev baskınları, şiddetin uygulanması, gençlerin ve çocukların eğitim haklarının elinden alınması gibi birçok hak ihlalleri hızla devam ediyordu. Sivillere yapılan bu sistematik savaşa Dünya sessiz kalıyordu. Emperyalist çemberleri gittikçe genişlemiş İsrail Gerillaları, Müslümanları hezimete uğratıyordu.

Siyonist İşgalin son çırpınışları

Müslümanlarla Yahudiler arasında süren bu gerilim günümüzde de askeri, siyasi ve ekonomik faktörlere bağlı olarak halen hızını arttırarak devam etmekte ve çok acı olaylar yaşanmaktadır. Dünya tarihinde en fazla zulüm görmüş, acı çekmiş ulusun adıdır Filistin…

Umudun, bütün ezilmiş halkların sesidir Filistin…Onlar kendi topraklarında soyuldular ve katledildiler. 80 yıldır süren bu Ortadoğu bataklığında İsrail bir projedir. Bu bir küresel emperyalist savaştır. Filistinlerin nerde ve nasıl yaşayacakları halen güncelliğini korumaktadır. Bu topraklarda şiddetlenen ekonomik ve siyasi kriz nedeniyle Türkiye, Filistin’in yanında olmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Mağdur Müslümanlara; siyasi, ekonomik, sağlık ve gıda yardımlarıyla destek vermeye devam edecektir. Sonsuz özgürlüklerine çok yaklaşmış olan Filistin Müslümanları kanlarının son damlasına kadar vatandaşlık görevlerini yerine getirecek, ulusal özgürlüklerine kavuşuncaya kadar direnmeye devam edeceklerdir.