'Tencerenin düşüremeyeceği hükümet yoktur.' Bu sözler Türk siyasetinin 'Baba'sı Süleyman Demirel'e ait.

KURU SOĞANA MUHTAÇ
'Doğalgaza, elektriğe, petrole, tekel ürünlerine ard arda fahiş miktarda zamlar' yapılıyor. İnsanların 'bu kışı nasıl geçireceği ülkeyi yönetenlerin' umurunda değil. Bu zamlardan dolayı temel gıda maddeleri de zamlanıyor. Ülkede 'hayvancılık bittiği için halk et alacak parayı' bulamıyor. Merhum Turgut Özal'ın tarif ettiği 'orta direk' yerle bir oldu. İktidar yanlısı sendikalar 'hükümetin komik tekliflerini' kabul ederek, üyelerinin 'daha fazla mağdur edilmelerine çanak' tutuyor. Ülkenin 'tüm vergi yükü emeğiyle geçinen işçi, memur ve emeklinin sırtına' yükleniyor. Emekli aldığı komik ücretlerden dolayı 'kahvede çay içemez' halde. Eve gelen paranın az olması nedeniyle 'kadınlarımız yemek tenceresini neyle dolduracağını kara kara' düşünüyor. Memur ve işçiler 'eskiden peyniri, sıvı yağı büyük tenekelerle, şeker ve patatesi çuvalla' alıyordu. Şimdi öyle mi? Ülkemizde 'ard arda saraylar yapılırken, uçaklar ve zırhlı lüks araçları' alınırken, yandaş müteahhitlerin 'vergi borçları silinip, onlara devlet bankalarından onlara teşvik üstüne teşvikler verilirken', Türk halkı 'kuru soğana muhtaç' ediliyor.

'BABA BİZİ KURTAR'
DİYE BAĞIRIYORDU
Ektiği ürünler para etmediği için Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Milletin Efendisi' olarak gösterdiği Türk Çiftçisini 'Çilenin Efendisi' yaptılar. İşsizlik had safhaya ulaşırken, '5 milyon Suriyelinin tüm yükü yine bizlerin sırtına' yükleniyor. Ülke 'ekonomik anlamda felaket durumdayken', anamuhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu ne yapıyor? Kolaya kaçarak, 'Ankara siyaseti' yapıyor. Merhum Demirel, 'ülke ekonomisi bu kadar kötü bile değilken' il il, ilçe ilçe mitingler yaparak, ANAP'ı iktidardan düşürmüştü. Mitinglerde kadınlar 'içi boş tencereleri kaşıkla çalarken'; halk 'Baba bizi kurtar' diye bağırıyordu. O yıllarda TRT ve tek özel kanal olan Star TV Anavatan'ı destekliyordu. Demirel'in mitinglerini yok sayıyordu. O yıllarda Valiler, 'ANAP'a yaranmak için Demirel'in mitinglerini kent merkezi dışında' yaptırmaya çalışıyordu. Tüm bu engellere rağmen Demirel, Cavit Çağlar'ın helikopteriyle 'günde 3-4 miting' yapıyordu. Zamlardan bunalan halk Demirel'in mitinglerine akın ediyordu. Kılıçdaroğlu genel başkan değil, gerçekten bir lider olmak istiyorsa, kendisine Demirel'i örnek almalıdır. O'nun yaptığı gibi tüm Türkiye genelinde 'Tencere mitingleri' düzenlemeli. 'Demirel, daha önceki yıllarda Karaoğlan Ecevit gibi halkın umudu' olmalıdır. Cumhurbaşkanını erken seçim yapmaya zorlamalıdır.

'EVLERDEN DUMAN TÜTMÜYOR'
4. Yüzyılda Japon Prens Nintoku, bir kuleye çıkar ve bakar ki, hiç bir evden duman tütmüyor. 'Eyvah!' der Japon Prens Nintoku 'Halkımız yoksullaştı, tam 3 yıl hiç kimseden vergi almayacağız, 3 yıl herkes kendine çalışacak' der. Ardından geçen 3 yıl içinde ise saray yoksullaşır. Neredeyse çatısı çöker ve içine yağmur suları alır. Bu kez de Nintoku çok yoksuldur.
Bu vakit, Japon Prens yeniden kuleye çıkar. Bir bakar ki, bütün evlerden duman tütüyor. 'Yaşasın! Halkımız zenginleşti, artık varlıklıyız' der.
Bunun üzerine Nintoku'nun eşi şunları söyler; 'Ne zenginliği, ne varlığı, yoksulluk içindeyiz, sarayımız yıkılmak üzere, perişanız..!'. Japon Prens ise karısına şunları söyler; 'Halkı yoksul, kendi zengin bir yönetici olamaz! Halkımız zengin ise biz de varlıklıyız!' Ülkemizin şu anda ihtiyacı 'Halkımız zengin ise biz de varlıklıyız' diyen ve bunun gereğini yerine getiren yeni bir iktidara ihtiyacı var.
---------------------------------------------------
İLK CAM O MÜNFERİT DEDİKLERİ OLAYDA
KIRILMIŞ OLMUYOR MU?

Kırık Cam Teorisi '1969 yılında Philip Zimbardo tarafından geliştirilen, bir yönüyle suç eğilimlerini ele alan' kriminolojik bir teoridir.

SAYGIN GÖRÜNEN KİŞİLER
ARABAYI TAHRİP ETTİ
Zimbardo, 'suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine' birer 1959 model otomobil bıraktı. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx'taki otomobil 'üç gün içinde baştan aşağıya' yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı.
Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi, 'sağlam kalan otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını' kırdılar. Bundan sonra kısa sürede çevredeki 'iyi giyimli, eğitimli, saygın görünen kişiler tarafından' araba tahrip edilir, kullanılmaz hale gelir. Zimbardo deneyinin sonucunu şöyle açıklar: 'Demek ki, ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.' Bu deney; şiddet ve vandalizmin 'asıl sebebinin fakirlik olmadığını' gösterdi. Terk edilmiş bir aracın 'camının kırık olmasının kayıtsızlık, zarar verme ve zaten dikkat çekmeyeceği algısının oluşmasına neden olduğu' anlaşıldı. Başka bir deyişle 'kanunsuzluk, kuralsızlık ve itaatsizlik hissi' yaratılmış oldu. Kırık cam, 'o aracın zaten değersiz olduğu' izlenimini yarattı.

'BİR KEREDEN BİR ŞEY
OLMAZ' DİYENLER
1982 yılıydı. The Atlantic Monthly dergisinde iki sosyolog, James Wilson ve George Kelling 'Kırık Camlar' adlı bir makale yayınladılar. 'Birkaç kırık camı olan bir bina düşünün. Camları yenilemezseniz, birileri gelir birkaçını daha kırar, bir süre sonra birileri binaya girmeyi dener, eğer oturan yoksa, bir güzel yerleşirler. Ya da bir kaldırım düşünün. Az buçuk çöp atılmış, çöpleri kaldırmazsanız giderek artar. Başka sokaklardan gelip oraya çöp boşaltırlar. Sonunda, o sokakta park edilen araç çalınır' diye görüş belirttiler. Düşünün bir yerdesiniz. Elinizde çöp var, 'onu atacak çöp kutusu' arıyorsunuz. Etrafa bir bakıyorsunuz, 'her yer çok pis ve yerde çöpler' var. Bu durumda İnsanların 'büyük çoğunluğu etraf zaten pis' diye çöpü yere atıyor. Tam tersi 'etraf tertemiz, yerde bir tek bile çöp yoksa' ne yapıyor? O çöpü atacak çöp tenekesi arıyor. Çöpünü oraya atıyor. Bir kişi 'ilk çöpü yere atınca' çirkinlik başlıyor. O 'ilk çöp yerden kaldırılmadan, atan kişi cezalandırılmadan' sorun çözülemez. Kenti ve ülkeyi yönetenler 'Bir kereden bir şey olmaz' mantığıyla hareket ederse ülkede yapılan yanlışlıklar çığ gibi büyür. Yetkililerin 'Yaşanan bu münferit olay vakfımıza, kurumumuza, okulumuza, hastanemize mal edilemez' diye savunma yaptıklarına sık sık şahit oluyoruz. Aslında 'ilk cam o münferit dedikleri olayda' kırılmış olmuyor mu?
--------------------------------------------
CUMARTESİ HİKAYESİ
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM ARKADAŞIM

Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu:
- Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim? 'Delirdin mi?' der gibi baktı teğmen.
-Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma. Asker ısrar etti.
Teğmen: Peki, dedi. Git o zaman. İnanılır gibi değildi. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen,kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü:
'Sana hayatını tehlikeye atmana değmez demiştim. Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş.'
'Değdi teğmenim' dedi asker hıçkırarak. 'Gene de değdi, çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak dünyaya bedeldi benim için. 'Geleceğini biliyordum canım arkadaşım' diyordu arkadaşım… Geleceğini biliyordum!..'
---------------------------------------
FIKRA
BİR OSMANLICA HARİKASI

Sarıklı hoca, medresede ders anlatırken, genç mollalardan biri parmak kaldırmış: 'Susadım hocam!'
Hoca sinirlenmiş: 'Öyle denmez... Derûnum ateş-i nar ile püryan idigünden, bir kadeh lebrîz ab-ı hoşgüvar, nûş eyleyerek, teskîn-i ateş ve bu sûret ile iktisab- ı ferah-ı bî-şumar eylemeliyim... demeliydin...
Cahiller gibi susadım, demek olur mu?' Aradan zaman geçmiş, bir gün sınıftaki mangaldan sıçrayan bir kıvılcım, gelip hoca efendinin sarığının kıvrımına girmiş... Genç molla hemen parmağını kaldırmış: 'Ey hace-i bî-misal, v'ey üstad-ı zî-kemal, bu şakird-i pür-ihmal, şol vechile arz-ı hal eyler ki; bu hikmet-i müte'al, nar-ı mangaldan bir şerare-i cevval pertab ile ser-i aliyyü'l alinizdeki sarığı iş'al eylemiştir.' Hoca, elini sarığına atar atmaz, sarık tutuşur, hemen pencereden fırlatır: 'Bre mel'un, sarığın tutuştu desene!'
Genç molla da: 'Aman hocam' demiş, 'Cahiller gibi, yandı, tutuştu denir mi?'.