'Orhan Kemal ölmüş. Öğleyin duydum. Bulgaristan'daydı bir süredir. Bir konuk gibiydi aramızda. Duyuyordum, biliyordum bunu.
Hemen yazı istediler gazeteden. İki saate yetişecek, dizilecek, yarın çıkacak. Kapandım odaya, hiçbir şey yazamadım.'
***
Oktay Akbal'ın 'Geçmişin Kuşları' kitabını okuyorum. Akbal'ın 1970-1974 yılları arasındaki günlükleri…
1970-1974! Ne işe yarayacak? Hiç! Okuyorum işte; okumadığım bir şey kalmasın diye belki.
Günümüzde yaşananlar öyle feci ki, gün gelecek bizim yaşadığımız bu çağ okunacak.
Peki…
Peki, ne kadar yazabiliyoruz yaşadığımız bu çağı?
Hiç!
***
Şimdi bizim bu beş paralık yazıya dönecek olursak!...
İki saate yetişecek bir yazı istenmişti gazete Oktay Akbal'dan.
Orhan Kemal, Oktay Akbal'ın yakından tanıdığı bir yazar.
Oturup kalktığı, edebiyat sohbetleri yaptığı…
Sevdiği, dost olduğu bir yazarı kaybetmenin acısı bir taraftan, iki saate yetişecek yazı bir taraftan…
Neden bu kadar kolay zannedilir yazı yazmak.
Türkü söyler gibi, at elini kulağına…
***
İbrahim Bilek'le aynı gazetede yazıyoruz o yıllarda.
Ben yazı için gazeteye giderken o da gazeteden çıkmış geliyordu.
O iri, o dev cüssesiyle -kendisini hep Yaşar Kemal'e benzetmişimdir bu haliyle- hızlı hızlı yürüyüşüne bakılınca bir şeye kızdığı anlaşılıyordu.
Kanatlı'nın karşı kaldırımında karşılaştık.
Durdu.
'Biliyor muydun, bizden Nermin Hanım sorumluymuş!' dedi.
Başka bir şey demedi.
Yürüyüp gitti.
Nermin Hanım, gazetenin teknik servisinde çalışıyor...
Ertesi gün yazısını okuyunca anladım onu bu kadar öfkelendirenin ne olduğunu:
'Nermin Hanım arıyor. 'Hocam dinç günler. Acil bir yazı istiyorum sizden.' Yazı yazmak o kadar kolay mı?'
Kolay mı!
Yazı yazmak o kadar kolay mı?
Değil!
***
Kimi zaman yazacak bir şey gelmez aklına.
Kimi zaman yazarsın yazdığını beğenmezsin.
Kimi zaman sen beğenirsin de insanlar beğenmeyecek diye kaygılanırsın.
Kimi zaman fazla kişisel bulursun, utanıp sıkılırsın; komşu ne der, bakkal kasap ne der…
Kimi zaman yazıyı anlaşılmaz; kimi zaman fazla uzun, kimi zaman fazla kısa bulursun.
Kimi zaman da fazla müstehcen, açık saçık…
Mesela, pornografiyle erotizmin farkı üzerine bir yazı yazarsın.
Gazetedeki genç hanımlar ne düşünür hakkında?
'Ayıp ayıp!...'
Silip atarsın yazıyı.
Kimi zaman içinde bir kaygı duyarsın yazı bitince; fazla mı suya sabuna dokunduk…
Ya bir şey gelirse başımıza?
Değer mi, der silip atarsın saatlerini harcayarak yazdığın yazıyı.
Kimi zaman da sakına sakına; insanlar acılar içinde yanıp tutuşurken, annelerin çığlıkları yeri göğü inletirken sen beş paralık yazılar yazarsın.
Bu da vicdanını sızlatır.
***
Ve silip attığın her yazı…
Yazamadığın her yazı bir yakınını kaybetmişsin gibi acı ve üzüntü verir sana.