Hadi bakalım, vakit tamam. Şu yazıyı yazalım artık. Bu öyle, canım isteyince…

Havam yerinde olunca…

İki kadeh içince değil.

Yayımlanacağı günden bir gün önce yazı gazetede olmalı.

Yani?

Yani böyle işte…

Bu arada, şu sosyal medya icat oldu olalı ne çok şairimiz, yazarımız oldu.

İki bira yuvarlayınca…

Al sana, sosyal medyada binlerce kişi tarafından takip edilen, beğenilen değme şair.

Öyle yazmak için fazla okumaya falan lüzum yok artık.

Hele edebiyat kuramı falan…

Beni de kırk yıl önce Halil İbrahim Özcan bulaştırmıştı bu edebiyat kuramı okuma işine.

Galiba biz de fazla ciddiye aldık bu yazı işini.

Devlet dairesinde çalışıyormuş gibi her gün masanın başına geçip saatlerce, sayfalarca okuyup yazmak yerine şu sosyal medya işine yoğunlaşsaydık, daha iyi olacaktı belki de.

***

Neyse.

Biz devam edelim yazmaya.

Elimizi de çabuk tutalım.

Ne olur ne olmaz, bakarsın yazı uçup gider parmaklarımızın arasından şahin gibi, gökdoğan gibi.

Yahut da ak güvercin gibi.

Yaşar Kemal gibi yazdık.

Diyeceksiniz ki,

“Sen kim Yaşar Kemal kim?”

Doğru.

“Ben ve bizim mahalle bakkalı

ikimiz de kuvvetle meçhulüz…”

Kimiz?

Hiç kimse!

İşte burada, böylece…

Gazete köşesinde…

Bizim üstat şehrinin meşhuruydu.

Bir dönemin meşhur yazarı Ref’i Cevat’ın cenazesi bile yedi kişiyle kaldırılırken üstadın cenazesinde mahşeri bir kalabalık vardı. Bütün şehir oradaydı. Üstat, başını kaldırıp görseydi bir kalabalığı, kim bilir ne kadar memnun olurdu, yazılarından.

Eminin bana da,

“Bak görüyorsun işte, her şey para değil!” derdi.

Ya biz?

Bir daha yazı yazmayacağım diye birçok kez yazmayı bırakırken, hiçbir şey olamadık. Ne keder verici, cenazemi belediyenin kaldıracağı kesin gibi gözüküyor.

Şu halimizle dünyaya geldik mi gelmedik mi, yaşadık mı yaşamadık mı belli değil.

Yeryüzünde kuvvetle meçhulüz yani.

***

Yola çıkarken, henüz daha on beş on altı yaşlarımdayken…

Yani edebiyatın rüzgarına kapıldığımda bu değildi istediğim.

İstediğim; genç, güzel kızlar okusun diye öyküler yazmaktı.

Ama…

Yazdığım öykü kitaplarını kolilerde oraya buraya taşıdıktan sonra köye götürdüm çaresiz.

Güzel kızları kendime hayran bırakmak için yazdığım öykü kitaplarımı köyün yaşlı, dul kadınları yağmaladı.

Parçalayıp soğuk kış günlerinde sobalarını tutuşturmakta kullandılar onları.

Bu beni şaşkına uğrattı.

O zaman hiçbir şeyin bir kıymetinin olmadığını anladım.

‘Ejderha olsan kar etmez’di yani.

Kar etmezdi ölüp, yok olup gidecek olmanın karşısında.

Bizimkinin yalnızca bir düş olduğunu anladım, o zaman.

Bir hayal olduğunu…

Hayal dünyasında yaşadığımızı anladım işte o zaman.

“Yaşam bir düştür, uyanmak  öldürür,” demişti, Virginia Woolf.

Uyandım.

Ne oldu ne bitti anlayamadım.

Belki de yaşadığımı zannederken, çoktan ölüp gittim.