20. Eskişehir Uluslararası Film Festivali 24 Kasım Cumartesi günü bitti.
16 Kasım'da başlamıştı.
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi gerçekleştiriyor festivali.
Çok sayıda öğretim elamanı, personel ve öğrenci emek veriyor.
Ve muhteşem bir film festivali ortaya çıkıyor…
Çoğu ilk kez bu festivalde gösterilen…
Özenle seçilmiş filmler.
Sağ olsun...
Var olsun emeği geçen herkes…

***

Festivalde, Sultan'ın beni hizaya getirmesi…
Benim,
'Yapılacak işlerim var,' sözümü dinlemeyip beni zorlaması, Öyküm'ün rehberliği -bazı yönetmenlerin daha önceki yıllarda gösterime giren filmlerini izlemiş- sayesinde pek çok güzel film izledik.
Unutamayacağımız filmler…
Dogman mesela…
İtalyan yönetmen Matteo Garreo'nun filmi.
'Simone! Heey! Simone!...'
Kendisinin iki katı ağırlıktaki, köpek zinciriyle boğarak öldürdüğü, mahallenin elinden illallah dediği Simone'nin cesedini omuzlayıp mahalledeki kendini dışlayan arkadaşlarına ne yaptığını göstermeye giden Marcello'nun (Marcello Fonte)…
'Heey! Bakın ne yaptım ben!' diye bağırması.
Çünkü mahalledekiler Simone'nin şerrinden kurtulmak için kiralık katil tutmayı bile düşünmüşlerdi.

***

Jamie Jones'in, Obey (İtaat) filmi sonra…
Alkolik anneye…
Küfürbaz, zorba üvey babaya…
Şiddete meyilli mahalle arkadaşlarına…
Ve kendisinin boks yapmasına rağmen şiddetten uzak durmaya çalışan 19 yaşındaki Leon (Marcus Rutherford)
İçinde bulunduğu karmaşaya…
Yaşadıklarına, yaşananlara bir anlam vermeye çalışıyor.
'Neden yoksul semtlerinde, yoksul ailelerde yaşanır şiddet en çok?' sorusunun cevabını arıyor.
Yönetmen Jamie Jones de tüm filmlerinde bunu arıyor.
Leon'un aradığı…
Zengin bir ailenin kızı, sarışın Twiggy'nin (Sophie Kennedy Clark) yüz vermediği Leon'un aradığı,
Neden yoksulluk şiddetle bağlantılıdır ve neden yoksulluk insanları aşırı uçlara gitmeye zorlar sorusunun yanıtını arıyor filmlerinde, Jamie Jones.
Sonunda Leon, çaresiz sokaklara, şiddetin içine dönüyor aşık olduğu Twiggy kendisine sırtını dönünce.

***

Loana Uricaru'nun 2018 yapımı filmi Lemonade (Limonata)
Daha iyi bir hayat için dokuz yaşındaki oğluyla birlikte Amerika'ya giden…
Amerika'da geçici çalışma izni almaya çalışan Romanyalı genç hemşire Mara'nın (Malina Monavici) yaşadıkları…
Filmi izlerken insan, sinema salonunun soğuk karanlığında kendisiyle yüzleşiyor Mara'nın yaşadıkları karşısında.
'Neden böyleyiz?' diye…
'Neden bu kadar kötüyüz?' diye…
'Kadınlara karşı neden bu kadar acımasızız?' diye soruyor kendine.
İnsanlar…
İnsanlık ancak sinemayla, tiyatroyla, müzikle, resimle, heykelle, edebiyatla…
Sanatla kurtulur kötü olmaktan.
Ve kötülüklerden…
Ve karanlıktan…
Kadına şiddetin…
Tacizin, tecavüzün önüne ancak sanatla geçilebilir.

***

Sultan'ı en çok etkileyen Güney Kore yapımı Burning (Şüphe) oldu.
Lee Chang-dong'un 2018 yapımı filmi.
Yazar olmaya çalışan Jongsu'nun (Ah-in Yoo) içten içe aşk duyduğu kız arkadaşı Hae-mi (Jun Jong-seo) Afrika'ya gitmek istiyor.
Sık sık, Afrika'da iki tür açlıktan söz edildiğini anlatıyor.
'Biri,' diyor, 'küçük açlık ki bu fiziksel açlıktır. Diğeri büyük açlıktır. Bu da hayatın anlamına duyulan açlıktır. Büyük açlığı doyurmak zordur.'
Sanırım bizimki de büyük açlık!
Filmleri, sonraki filme yetişemeyeceğimiz için, önceden hazırlayıp yanımızda götürdüğümüz sandviçleri sinema salonunun önünde yiyerek...
Kimi zaman da gece on bire kadar hiçbir şey yemeden izledik.
Doyduk mu?
Hayır!
Şimdi 21. festivali bekliyoruz.
Bir yıl bekleyeceğiz.
Uzun bir yıl!