İngiliz Bakanlar Kurulu, 5 Kasım 1914 günü, Türkiye'ye savaş ilanı ile, Kıbrıs'ı ilhak kararı alır. İngiliz kralının da katıldığı kabine toplantısında alınan bu kararda, Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasında başlayan savaş nedeniyle 1878 Antlaşması'nın geçerliliği kalmadığı belirtilmekte ve şöyle denilmektedir:
  1. 5 Kasım 1914 tarihten itibaren Kıbrıs adası ilhak edilecek ve majestelerinin mülkünün bir parçası haline gelecektir.
  2. Bu kararname, 1914 kabinesinin Kıbrıs'ı ilhak kararı adını taşıyacaktır.

Çok açıktır ki bu karar tek taraflı, 1878 Antlaşması'na ve uluslararası hukuka aykırı ve yasa dışı bir karardır. 1914 ilhakı ile ortaya çıkan bu yeni durum karşısında İngiliz uyruğu olmak istemeyen bir kısım Türkler, Kıbrıs'tan ayrılarak anavatan Türkiye'ye göç ederler. Böylece ilk olarak 1878 yılında başlayan nüfus dengesindeki bozulma, 1914 yılında daha büyük göçlerle devam edecektir.
Rumların adayı Yunanistanla birleştirme umutlarının arttığı bir ortamda, daha da şok edici bir başka olay yaşanacaktır. İngiltere, bir hafta içinde, kendi saflarında savaşa katılması ve Bulgaristan'a saldırması koşuluyla, Kıbrıs'ı Yunanistan'a vermeyi kabul ettiğini Yunan Hükümetine bildirir. 16 Ekim 1914'te alınan ve aynı gün Atina'daki İngiliz Büyükelçisine de bildirilen bu kararda şöyle denilmektedir ; 'Sırbistan şimdi Bulgaristan tarafından saldırıya uğradığına göre, eğer Yunanistan Sırplara yardıma hazır ise, bunun karşılığında İngiliz hükümeti, Kıbrıs'ı Yunanistan'a vermeyi kabul etmektedir'.
O günlerde Yunanistan'da kral yanlılarıyla Venizelos taraftarları, savaş konusunda derin görüş ayrılığı içindedirler. Elefterios Venizelos'un kurduğu hükümetler, Müttefikler yanında savaşa girmek istemektedirler. Kral ve onu destekleyen Zaimis Hükümeti ise, Alman yanlısı bir tutum içindedir. Kral'ın Almanlarla yakın ilişkisi bulunmakta, ayrıca savaşı onların kazanacağına da inanmaktadır. Bu nedenle, Venizelos'un savaşa girme kararını Kral Konstantin 1915'te iki kez veto eder. Kralın bu vetosunu kaldırmak ve İngilizler yanında Yunanistan'ın savaşa girmesini sağlamak için, Fransızların da telkini ile, İngiltere, Atina'daki elçisi kanalıyla, 18 Ekim 1915'te Kıbrıs'ı Yunanistan'a devretmek teklifinde bulunur. Ancak Kral Konstantin bu teklifi de reddederek Yunanistan'ın İngilizler yanında savaşa girmesini ve savaşın sona ereceği günlere kadar ertelemeyi başarır. Teklif, sadece bir hafta için geçerli olduğundan ve Zaimis'in başkanlığındaki Yunan Hükümeti, bu teklifi kabul etmediği için, Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi olasılığı da böylece ortadan kalkmıştır. Kıbrıs'ın Yunanistan'a teklif edildiği haberi, adadaki her iki toplum içinde de büyük bir çalkantı ve heyecan yaratır. Rumlar sevinç içinde, Türkler ise artık çok zor günlerin yaklaştığını görmektedirler.
Evkaf Murahhası ve hem yasama hem de İcraat Meclisi üyesi olan Musa İrfan, Türk toplumu adına 1 Kasım 1915 günü, yüksek komiseri ziyaret ederek, bu haberin Kıbrıs Müslüman halkında yarattığı kırgınlık ve üzüntüyü dile getirir ve toplumun tüm katmanlarının bu felaketin önlenmesi için elden gelen her şeyin yapılması isteğiyle kendisine başvurduklarını bildirir. Bu görüşleri içeren bir yazıyı da yüksek komiser'e verir. Musa İrfan aynı gün, İngiltere Sömürgeler Bakanına gönderilmesi ricasıyla, yüksek komisere verdiği telgraf metninde, haberi basından öğrendiklerini bildirerek şöyle demektedir ; 'Bu felaketi önlemesi ve Kıbrıs Müslümanlarına merhamet göstermesini, Majeste Kral Hazretlerinden ve onun Hükümetinden yalvarıyor ve dua ediyoruz'.
Yüksek komiser Clauson, M. İrfan Bey'in sunduğu bu başvuruyu ve telgrafı Sömürgeler Bakanına ileteceğini bildirmiş ve Kıbrıs Türk toplumunun din ve maddi çıkarlarının korunacağı hakkında söz vermiştir. Sömürgeler Bakanı Bonar Law, yüksek komiserden gelen bu bilgilerle ilgili olarak 3 Kasım 1915'de verdiği yanıtta şöyle demektedir; 'Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi konusu, şimdi ve umarım sonsuza dek kapanmış bulunmaktadır'. Musa İrfan Bey, 13 Kasım 1915'te Sömürgeler Bakanına bir mektup göndererek telgrafta belirttiği görüşleri yinelemekte ve şunları eklemektedir ;
'Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi, Müslüman ahalinin kasıtlı bir zülum ve baskı altına alınmasına neden olacak ve onları göçe zorlayacaktır. Teselya ve Girit, Yunanistan'a katıldıktan sonra, oralarda olup bitenler, Kıbrıs Türkleri'nin endişesinin yersiz olmadığını kanıtlamaktadır. Kıbrıs'ı terk etmek, en büyük Muhammed (İslam) ülkesi olduğunu öne süren İngiliz İmparatorluğu'nun tarihinde en kara sayfayı oluşturacaktır. Kıbrıs'ın İngiliz İmparatorluğu'nun bir parçası olarak kalmasını, buradaki Müslüman ahalinin İngiliz vatandaşı olmanın sağladığı haklardan yararlanmaya devam etmesini, adanın İngilizlere devredildiği günden bu yana İngiliz tacına karşı gösterdikleri sürekli ve gerçek bağlılık adına sizden rica ediyorum'.
Çok açıktır ki İngilizler 1914 ve 1915 yıllarında önce Kıbrıs'ı tek yanlı işgal kararı almışlar ve sonra da kendi yanlarında savaşa katılması koşuluyla adayı Yunanistan'a peşkeş çekmişler ve böylece uluslararası hukuku çiğnemekten kaçınmamışlardır.
Bu olay, uluslararası antlaşmaların ve hukukun, güçlü ülkelerin ulusal çıkarları söz konusu olduğunda, nasıl tek yanlı çiğnendiğini gösteren çarpıcı örneklerden biridir.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilmiş olarak çıkar. Anadolu dışındaki tüm toprakları düşman eline geçmiştir. İngilizler Musul ve Halep'i alıncaya kadar ateşkese yanaşmazlar. Ancak, bu petrol yataklarını da ele geçirince, Osmanlı Hükümetini ateşkes için Mondros'a çağırırlar. Dört günlük bir müzakereden sonra 30 Ekim 1918'de mütareke imzalanır ve böylece savaş sona erer.
Birinci Dünya Savaşına son anda, Venizelos'un el çabukluğuyla giren Yunanistan, Türk toprakları aleyhindeki yayılmacı emellerini Paris Barış Konferansı esnasında gerçekleştirmek ve Anadolu'nun paylaşılması pazarlıklarında önemli bir rol oynamak istemektedir. Bu esnada Paris Barış Konferansı'nın Kıbrıs'ın Yunanistan'a katılması için de büyük bir fırsat olduğu düşüncesiyle adadaki Rum toplum liderleri ile Başpiskopos Kirillos derhal harekete geçer. Londra'ya ve Paris'e bir heyet gönderilmesi için hazırlıklar yapılır. Adanın her tarafında Enosis kararı alan halk toplantıları düzenlenir ve İngiliz Hükümeti'ne sunulmak üzere muhtıralar hazırlanır.
Başpiskopos Kirillos'un başkanlığında, yasama meclisi Rum üyelerinden oluşan bir heyeti Sömürgeler Bakanı Lord Milner'in Londra'da kabul edip görüşmesi, Kıbrıs Türk toplumunun endişesini bir hayli arttırmıştır. Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu karşısında artık adadaki Türk varlığının güvence altında olması için başvurulacak tek makam İngiliz Hükümetidir. Bu nedenle Türkler, İngilizler nezdinde benzer girişimlerde bulunmak istemektedirler. Bir kısım Türk'ün aklında ise ; adada örgütlenmek ve bazı eylemlerde bulunmak gibi bir düşünce şekillenmeye başlamaktadır. Bu düşünceyi ortaya atıp, ulusal bir hareket oluşturmak için harekete geçenlerin başında Dr. Mehmet Esat ve Dr. Behiç bulunmaktadır. Bu iki aydın vatansever, ilk iş olarak 'Türkiye ile Birleşme' veya 'Türkiye'ye ilhak' adında bir siyasi parti kurarlar ve çeşitli girişimlerde bulunmaya başlarlar.
Dr. Behiç, Kıbrıs'ta hekimlik mesleğine başladığı günden itibaren yerel politikada etkin ve faal bir rol üstlenerek, Rumların 'Enosis' girişimlerine karşı bir hareket başlatmış ve bu hareketin lideri olmuştur.
İngiliz Sömürge Müsteşarı ve Yüksek Komiser yardımcısı Malcolm Stevenson, 26 Nisan 1919'da, Sömürgeler Bakanlığı'na gönderdiği bir yazıda, Dr. Behiç ve Dr. Esat'ın başlattığı bu milliyetçi harekete dikkat çekmekte ve onların girişimleri hakkında bilgi vermektedir. Stevenson, bu ziyareti bildirdikten sonra, yazısına devamla aynı günlerde hamallarla kasapların lideri olduğunu bildirdiği Hasan Karabardak ile Dr. Behiç ve Dr. Esat'ın Paskalya Yortusu esnasında, Lefkoşa'da gösteri düzenleyerek kargaşa yaratacakları söylentilerinin yayıldığını, bu nedenle derhal önlem alınmadığı takdirde yaratılan bu genel heyecan duygusunun ve rahatsızlıkların ani bir kargaşaya yol açması riskinin yüksek olduğunu ve bu koşulları dikkate alarak derhal harekete geçmeye karar verdiğini belirtmektedir.
Stevenson, Türklerin olası bir ayaklanma hareketini önlemek için gerekli önlemleri almış ve Dr. Behiç ve Esat ile Karabardak'ı tutuklayarak Girne Kalesi'ne hapsettirip, polis komutanını da bu söylenti ve istihbaratı araştırmakla görevlendirmiştir.
Magosa'daki Türk savaş esirleri kampı, 1916 yılı Ekim ayında kurulmuş ve 5,400 kişi alabilecek büyüklüktedir. İngiliz belgelerine göre, kurulduğu günden itibaren bu kampta 10 binin üzerinde Türk esir kalmıştır. Türk savaş esirlerinden bazıları bu kampta tutuklu iken, burada ölmüş ve Magosa'da toprağa verilmişlerdir.
Dr. Esat 9 aylık tutukluluk süresi boyunca, eşinin İngiliz Hükümetine yaptığı başvuru üzerine serbest bırakılır ve adadan ayrılarak önce Mersin'e gider, daha sonra da İstiklal Harbine katılır. Bu esnada Yasama Meclisi üyesi Dr. Eyyub, Türk köylerinden ve toplumu temsil eden çeşitli kuruluşlardan topladığı imzalarla Yüksek Komisere yazılı başvuruda bulunarak Türk toplumunun, Kıbrıs'ın tekrar Türkiye'ye verilmesi veya 1914'te yer alan tek yanlı İngiliz işgali öncesindeki statüye dönülmesi dileğini iletecektir. (Devam Edecek).