Ulus Devlet ve Karşı Duruş Meselesi

Atatürk milliyetçiliği; çok milletli ve çok kültürlü bir topluma, ümmetten halka, teb'adan vatandaşa giden geçişi sağlamayı kabul ettirebilmek için 'ulusal devlet' düşüncesini kullanarak bir 'Ulus', 'Millet' anlayışı oluşturmak isterken, ulus devleti oluşturan birçok etnik, kültürel ve siyasal kimlik, 'Türk Milleti' adı altında birleşmeli, senkretik bir yapı oluşturmalıdır. Amaçlanan, temelde ve arka plandaki kültürel kimliklerin yok edilmeden bir üst aşamaya geçilip, içinde etnik-kültürel- siyasal kimliklerin birleştiricisi olan 'Türk Milleti' kimliğinin yaratılabilmesidir. Bu senkretik birleşme, rezonans, 'Ulus Devlet'in olmazsa olmazıdır. Ulus Devlet oluşumunun başlangıcındaki bağımsızlık mücadelesi evresinde Devletin çok belirgin, hatta şiddete dönüşmüş bir sorunu yoktur. Tek amaç, emperyalist işgalci güçlere, düşmanla işbirliği yapan merkez-i mutlak irade ve idare ile, onun en tepesindeki temsilcisi monarka (Sultana ve Halifeye) karşın ülkenin bağımsızlığını sağlamaktır. Bu amaç için emperyalizme karşı direnen milli ve milliyetçi güçler, türlü sınıfsal ve etnik birimleri içine alan, geçici bir senkretik yapı oluşturmuşlardır. Bu nedenle, her iki açıdan da bağımsızlık evresinde ciddi bir bölünme tehlikesi söz konusu olmaz. Anzavur örneğinde görüldüğü gibi, Çerkesler, Ümraniye Ayaklanması'nda görüldüğü gibi Kürtler zaman zaman ayaklandılar ama Anzavur'u yine bir Çerkes olan Çerkes Ethem bastırır. Kürtlerin de, büyük sayılarda olmasa da, Ankara'nın bağlaşığı olarak düşmana karşı savaştığını biliyoruz .

Türkiye Milleti- Türk Milleti

Bağımsızlık sağlanıp Cumhuriyet kurulduktan sonra milliyetçi güçler, ulusal devleti, ulusu kurmaya girişirler. Bu yeni işlev, 'millet olma', senkretik (bağdaştırmacı) yapı sayesinde bağımsızlık savaşı döneminde sınıfsal açıdan hiç görülmeyen, etnik açıdan da önemli bir problem çıkarmayan iki sorunu gündeme getirir; 'etnik ve sınıfsal bütünlük'. Sınıfsal bütünlük sorunu bağımsızlık evresinde söz konusu olmamış, bağımsızlık sonrasında da özellikle Halk Fırkası'nın kuruluşunda belirtildiği gibi ; Türkiye'de çatışan sınıflar bulunmadığı vurgulanmıştır. Etnik bütünlük sorunu Kurtuluş Savaşı içinde Mustafa Kemal'in bütün konuşmalarında 'Türkiye Milleti' deyimiyle siyasi bir kimlik ve etiket ile isimlendirilirken, savaş sonrası konuşmalarında ise böyle bir sorun olmadığı vurgusunun yanında, bu deyimin yerine daha genel, daha üst bir etiket ile 'Türk Milleti' deyiminin kullanılmaya başlamasıyla, sınıfsal ve etnik bir yapılanmanın önüne geçilerek, ulus devletin millet ve milliyetçilik algısının sınıf ve etnik temelin üzerinde, içinde bir çok etnik kimliğin, birçok kültürel kimliğin, bir çok siyasal kimliğin bir arada yaşamaya karar verdiği 'genel etikete'; 'Türk Milleti' adı verildiği vurgusuyla ortaya konulmaktadır.

Etnik Yapılar

Kurtuluş Savaşı ertesinde Anadolu'ya baktığımızda başat öğe Türklerden başka belli başlı üç etnik birim görülmektedir. Bunlar sayısal önemlerine göre ; Kürtler, Çerkesler ve Lazlardır. Lazlar, yoğunlukla Gürcü kökenden gelmelerine ve kendilerine özgü bir dile sahip olmalarına karşın, bu dili unutacak kadar Türklerle kaynaşmışlar, merkezi otoriteye hiçbir zaman sorun çıkarmamışlardır. Çünkü Doğu Karadeniz kıyısında oturduklarından, eski zamanlardan beri Osmanlı İmparatorluğu'nun geleneksel olarak Kuzeyle yapılan buğday ticaretini ellerinde tutmuşlar, imparatorluk ekonomisiyle de tam anlamıyla bütünleşmişlerdir. Çerkesler ise, imparatorluğun ayrıcalıklı bir milliyetidir. Yine Kafkas kökenli ve ayrı dili olmalarına karşın, saraya sürekli kız vermek sayesinde İstanbul ile her zaman iyi ilişkiler içinde olmuşlar, ayrıca ülkenin en verimli topraklarını işleyerek imparatorluk ekonomisinde de iyi bir yer edinmişlerdir. Osmanlı Devleti'ne hiçbir sorun çıkarmamaları, tersine Ankara'ya karşı Kurtuluş Savaşı içinde ayaklanmaları bundan olsa gerektir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti bir kez kurulduktan sonra, aynı biçimde bu kez ulusal pazarla, dolayısıyla ülkenin çoğunluğunu oluşturan Türklerle bütünleşmişlerdir.
Diğer etnik birim ise Kürtlerdir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kendi içine kapalı feodal birimlerde yaşayan Kürtler, Osmanlı devrinden beri ülkede değişik bir görünüm göstermişler, yalnız kendi dillerini konuşup, nüfusun geri kalan bölümüyle kaynaşmadıkları gibi, merkezi otoriteye de sürekli sorun çıkarmışlardır. Ayaklanmaları kışkırtmamak için Osmanlı Devleti, Kürt aşiretlerinin durumunu aynen korumuştur. İmparatorluğun öteki bölgelerinde uygulanan zeamet, tımar, has gibi toprağı düzenleyen ve merkezi otoriteye bağlayan kurumlar burada uygulanmamıştır. Bölge derebeyler elindedir. Bunların da kendi altlarında vassal (bağlaşık) nitelikte ağalar bulunmaktadır. Bunların hepsi de birbiriyle kavgalıdır ama, İstanbul Hükümeti bölgeye biraz karışmak isteyince derhal ayaklanmalar başlayıvermektedir. Onun için Osmanlı Devleti'nin buradaki egemenliği tümden kağıt üzerinde olup, Tunceli (Dersim) gibi kimi bölgeler, kimi zamanlar, fiilen devlet dışı kalmıştır. Osmanlı egemenliğinin son döneminde, bu ayaklanmalar yüzünden iyice denetim dışı kalan, ne asker ne de vergi veren bu bölgede II. Abdülhamid değişik bir politika izlemiş, Kürtlerin Ermenilere olan karşıtlığını kullanma yoluna gitmiştir. Yerel beylerin komutasında çoğunluğu Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları'nı da bu amaçla kuracaktır. Buna karşın Kürt ayaklanmaları Osmanlı Devleti yıkılana dek kesilmemiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında, Doğu bölgesinde önemli bir ayaklanma olmamıştır. Ortak düşman olan ve bu bölgede Sevr'e göre 'Yurt' kuracak olan Ermenilere karşı Kürtler'in bir kısmı, Türklerle birlikte savaşmışlardır. Bunda hiç kuşkusuz Mustafa Kemal Atatürk'ün Kürt beylerine karşı izlediği 'bağlaşma' politikasının ve çok büyük çoğunluğu dinsel önder ve sünni olan bu insanlar üzerinde 'Halifeyi Kurtarmak' sloganının büyük katkısı olsa gerek. Herhalde, feodal bir yaşam türünde içine kapanık yaşayan Kürt toplumunun ayrımcı-ayrılmacı bir istem geliştirmediğinden hareketle, Ankara Hükümeti, savaş içindeki bağlaşmanın bir bütünlüğe dönüştüğünü varsayan bir biçimde üniter ulusal düzeni kurmaya başlamıştır. Fakat Halifeliğin kaldırıldığı yıl olan 1924'te başkaldırı hareketleri başlamış, Atatürk dönemi baştan başa sürekli dinci ve Kürt ayaklanmaları ve bunlara karşı Cumhuriyet ordusunun hareketleri ile geçecektir. (Son).