Sözcük ve Terim Olarak Ahilik

Ahi ; Anadoludaki esnaf, sanatkar ve meslek sahiplerine verilen addır. Arapça'da 'Ah' kardeş, 'Ahi' kardeşim demektir.
Türkler İslam'a girdikten sonra yani X- XI. Yüzyıllarda, İslam mutasavvıflarından bilgin kişilerin geliştirdikleri fütüvvetnameleri, toplum ilişkileri ve kişi eğitimi yönünden daha iyi ve amaca daha uygun bulduklarından, kendilerinin eski tüzükleri ile yoğurarak benimsediler ve Arapça'daki 'Kardeşim' anlamına gelen din kardeşliğini de içine alan 'Ahi' fonetik benzerliği yüzünden 'Akı' teriminin yerine kullanmışlardır.
Ahiliğin, kurum olarak en belirgin özellikleri; konukseverlik, yardımseverlik, doğruluk, bir sanat ya da meslek sahibi olmak, üyeleri gündüz tezgah ve atölyelerde işbaşında, geceleri Ahi zaviyelerinde sosyal ve ahlaki yönlerde eğitmek ve bilinçlendirmektir.
Ahiler, fütüvvetnameleri, üyelerinin sosyal ve manevi yönlerini eğitmek için kullanmışlardır. İlk fütüvvetnamelerde, Ahiliğin ana ilkeleri olan bir sanat ya da mesleğe bağlı olmak ve onların bu yönlerini geliştirmeleri gibi konular yoktur. Bunlar meslek ve sanata ait törenler, kurallar, Türklerin İran bölgesinde bulundukları sırada yazılmış Farsça fütüvvetnamelerle, Anadolu'ya geldikten sonra burada yazılmış Türkçe fütüvvetnamelerde yer almış bulunmaktadır.
'Ahi' yerine Türkçe'deki 'Akı' sözcüğü 'Divan-ı Lügat-it Türk'ün birçok yerindeki anlamı ile 'eliaçık, cömertlik, yiğitlik, koçaklık' anlamlarına gelir. Bu nitelikleri, Ahi kurumu üyelerinin en belirgin özellikleri ve erdemlilikleridir.
Türklere özgü bir kurum olan Ahilik, Türk yardımseverliğinin ve konukseverliğinin, doğruluk ve merhametliliğinin bir sentezidir.
Ortaçağ başlarında Türkistan'da kurulduğunu kuvvetle tahmin ettiğimiz bir kurumun, aynı niteliklerde bir benzeri hiçbir ulusta görülmez. Her Ahinin kesin olarak bir mesleği ya da sanatı olması gerekir. Yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisinden geçerek Ahi olan kişi, bu basamakların her birinde en az bin gün çalışması gerekir. Ortaçağ dini tarikatlarının basamaklarında da böyle bin günlük çile süresi vardır. Ahi kurumunun üyesi olacak olan gençlere, tezgahta ya da atölyelerde yetiştirilerek mükemmel bir beceri kazandırılmaya çalışılır.

Ahiliğin Anadolu Türklerinin Ekonomik Yaşamları Üzerine Etkileri

X. yüzyılın ilk yarısından yani Karahanlılar Devleti'nin 940 yılında İslam dinini kabullerinden sonra Batı Türkistan'da ve İran'da yoğunlaşan Oğuz Türkleri,1040 tarihinde kazandıkları, 'Dandanakan Meydan Savaşı'ndan sonra, bugünkü Tahran'ın bir mahallesi olan 'Rey' şehrini kendilerine başkent yaparak 'Büyük Selçuklu Devleti'ni kurdular. Anadolu'yu Bizans'ın elinden almayı tasarlayan Selçuklular, 1048 yılında Pasinler'e (bugünkü Hasankale), 1054'te Muradiye'ye, 1059'da Sivas'a girdiler. 1064'de Kars'ı aldılar. Anadolu'nun kesin olarak Türklerin eline geçmesinin başlangıcı olan 1071 tarihinden, 1225 yıllarına dek Anadolu'ya büyük dalgalar halinde giren Türk toplulukları genellikle yarı göçer idiler.1220'li yıllarda Moğolların, Harzemşahlar Türk Devleti'ni ortadan kaldırmalarından sonra, Maveraünnehir ve Türkistan'daki Türk şehirlerinin tüccar ve sanatkar halkı, dükkanlarını, tezgahlarını bırakıp Anadolu'ya geldiler. Bu ikinci büyük göçte gelenler, öncekilerin tersine şehirli idiler. W. Barthold'un dediği gibi, Orta Asya ticaret ve sanatında çok ileri ve etkili idiler. Ticari ortaklıklar kurmuş, 'çek' kullanmış, daha o zamanlar, kağıt parayı bir geçiş niteliğinde olan ak ipek kumaş parçalarını damgalayarak 'akça' adıyla para olarak kullanmışlardır.
Anadolu'ya gelen bu Türk esnaf ve tüccar 1240'lı yıllarda bu yeni yurtlarında, Orta Asya'dan getirdikleri kuşkusuz olan 'Ahi Kurumu' nu burada yaydılar. Ahi örgütüne, esnaflar, sanatkarlar, bilginler yani meslek, sanat, ticaret ve devlet yönetiminde çalışan yüksek düzeydeki bürokratlar girmekteydi. Ahiler, her sanat ve meslek gurubu, bir İslam büyüğünü, azizini, velisini kendilerine 'pir' ve 'üstad' tanır ama onlar bunu, Batıdaki esnaf ve sanatkarlarının duydukları zorunluluk yani, korku ve kaygı ile başlatmamışlardır. Zaten Ahiliğin, Doğudaki ve Batıdaki benzer kuruluşlardan ayıran en büyük değişikliği ; din adamlarının ve devlet adamlarının, 1727 yılında esnaf kuruluşlarının 'Gedik' haline gelmesine değin, Ahiler üzerinde herhangi bir etkisi olmamasında aramak gerekir.
Ahiliğin Amacı ve İlkeleri

Ahiliğin ilk amacı ; anayurtlarından kopup gelerek yerli halkının başka dille konuştuğu, başka dine inandığı, başka gelenek ve göreneklere bağlı bulunduğu yeni yurtlarında, yani Anadolu'da kendi sanat ve ticaretlerine yeni bir yaşam alanı açma çabasıdır. Bunun için önce, bütün esnaf ve sanatkarları tek bir örgüt içinde toplamak gerekmektedir. Sonra, bu birleştirilmiş örgütün üyeleri olan esnaf ve sanatkarlar, ahlaki, mesleki ve askeri bir eğitimden geçirilmelidir.
Sûfilerde hırka giyme, Nasır fütüvvetçiliğinde fütüvvet şalvarı giyme ve fütüvvet kadehinden içme gibi törenlere karşılık Ahilerde ana ilke, üyeleri sanat ve meslek içinde eğitmek, yetiştirmek olduğundan, Ahiliğe girenlere, önlük ya da kuşak (şed) kuşatılır. Ahilik yolunda bilgi, ahlak, saygı ve zenginlik bakımlarından çok yücelmiş kişilere (Nizamüddin, Şerefüddin, Fahrüddin, İhtiyarüddin vb.) gibi ünvanlar verilir ve böyle kişiler ondan sonra hep bu ünvanla anılır. Örneğin, Ahiliğin kurucusu Ahi Evran'ın adı Mahmud olduğu halde kendisine Nasırüddin lakabı verilmiştir. Ahiliğe giren Osmanlı hükümdarı Osman Gazi de 'İhtiyarüddin' lakabını kullanmıştır. Ahi Mes'ud, Ahi Şerefeddin, Ahi Elvan vb. gibi, Ankara'nın eski ünlü Ahilerinin kullandığı bu ünvanlar da öyledir. Yalnız tüccar, esnaf ve sanatkarlar değil, bilim adamları, hükümdarlar da bu örgüte girebilmişlerdir. Bir meslek veya sanatı olmayan halkın sırtından geçinen asalaklar Ahiliğe alınmazlar.
Ahi Evran, Anadolu'nun mert ve cesur Türk halkına, alın teri ile geçinme, başı dik, kendine güvenen ve minnetsiz yaşama yeteneğini kazandırmaya, yurt ve ulus sevgisini benimsetmeye çalışmıştır.
Ahilikte esnaf ve sanatkarlara işyerlerinde yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisi ile mesleğin incelikleri öğretilirken, akşamları toplandıkları Ahi konuk ağırlama ve toplantı salonlarında (Ahi Zaviyeleri) da ahlaki ve terbiyevi eğitim uygulanmıştır. İşte bu yollarla ve yöntemlerle yetiştirilen Türk esnaf ve sanatkarları hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de yerli Bizans sanatkarları ile yarışabilecek bir sanat ve esnaflık yeteneklerine kavuşmuşlardır.
Ahiliğin Sosyo- Ekonomik Yaşantıyı Düzenlemedeki Rolü

Ahi Evran, ahlakla sanatın, konukseverliğin ve yardımseverliğin uyumlu bir birleşimi olarak kurduğu Ahiliği o denli itibarlı bir duruma getirmiştir ki, bu kurum yüzyıllar süresince bütün esnaf, sanatkar ve meslek erbabına yön vermiş, çalışmalarını düzenlemiş, Yeniçeri ordusunun kuruluşunda, Hacı Bektaş törenleri ile birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları, hükümdarlar bile bu kuruluşa girmeyi şeref bilmişlerdir. Örneğin, Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi (1326- 1362) 'şed' kuşanarak törenle Ahi olmuş, kendisi de başkalarına şed kuşatmış, yani Ahiliğe sokmuştur. Ahilerin kurduğu esnaf ve sanatkar birliklerinin koyduğu ana kurallar daha sonraları, bu alanda hazırlanan kanunnamelerin, tüzüklerin temelini teşkil etmiştir. İlk dönemlerde Ahiler, sadece debbağlık ve ona bağlı deri işçiliği ile uğraşırken, sanat kolları sonradan otuz ikiye çıkmış, örgütün yerleştirdiği sağlam mesleki ve ahlaki düzen, karşılıklı dayanışma ve yardım, onların öteki esnaf ve sanatkarlar üzerinde etki ve üstünlük kurmaları sonucunu doğurmuş, gitgide, Osmanlı ülkesindeki bütün Türk esnaf, sanatkar ve meslek sahipleri, Ahi Babalar'dan, ya da onların yetki verdiği kişilerden aldıkları yeterlik ve izin belgeleri ile iş görür duruma gelmişlerdir. Böylece her şehir ve kasabadaki esnaf ve sanatkar grupları için çarşılar, arastalar, uzun çarşılar, kapalı çarşılar kurulmuş, her türlü iş bu esnaf birliklerince görülmeye başlanmıştır. Ayrıca bu esnafın meslek ve sanatları için gerekli ham madde alımı, satımı, onların işlenmesi, işlendikten sonra alınıp satılması, kanunnameler, tüzükler, narh ayarlamaları ile kontrol edilmeye başlanmıştır. Örneğin, bildiğimiz eski esnaf ve sanat mesleklerinden başka, her türlü ekmek, unlu madde türünün pişmesi, ağırlıklarının belirlenmesine kadar göreceği işlem, kasapların, türlü kasaplık hayvanların özellikleri, ederi, temizliği, aşçıların her türlü yemeği nasıl pişirecekleri ve satış ederleri, garsonların lokantalarda kullanılan kapların, tencerelerin, masaların temizliği, aşçıların, işkembecilerin, tavukçuların, börekçilerin, halk sağlığı ve fiyatlar bakımından dikkat edecekleri hususlar, yaş ve kuru yemişlerin cinsi, nitelikleri, fiyatları, ambalajları, yoğurtçular, şerbetçiler, terziler, çuhacılar, ipekçiler, köle ve cariye satıcılar, kitap ciltçileri, kunduracılar, ayakkabı onarıcılar, hallaçlar, keçeciler, bıçakçılar, nalbantlar, iğne yapıcılar, kuyumcular, yapı ustaları ve işçileri, boyacılar, hamamcılar, tabipler, değirmenciler vb. işlerin hepsi düzenli kurallarla işlenmiş ve sıkı bir denetim altında bulundurulabilmiştir.