Kış yaz, bayram seyran derken bayram da geçti.

Önce Ramazan Bayramı, sonra Kurban Bayramı.

Yaşadığımız huzursuzluk, sıkıntı, stres...

Televizyon ekranlarında aylardır bağrış çağrış, birbirlerini dinleme tahammülünü bile göstermeden tartışan uzmanlar söyledi:

'Halk farkında değil, psikolojik harp içindeyiz!'

Bu arada halk biz oluyoruz...

'Sayın Prof, ne dersiniz, üçüncü dünya savaşının eli kulağında mı?'

'O hoo! Halkın bir şeyden haberi mi var! Soğuk savaş içindeyiz şuan. Psikolojik savaş. Üçüncü dünya savaşı bu işte.'

Vay anasına!

Halk olarak biz ayakta uyuyoruz desene.

***

Doğru söylüyor Prof.

Amerika, Rusya, Suriye...

PYD, PDY, PKK...

Ekle sen bir de bunlara Canan Karatay Hocanın 'kolesterolterörü 'nü!

Nedir ulan bu!Erkekseniz tek tek gelin!Stres ettiniz bizi!

Hem öyle soğuk savaş, psikolojik savaş falan filan da değil.Açıkça çıkın kahraman Türk halkının karşısına.

***

Bütün bu sıkıntılar karşısındaki son kale Kurban Bayramı da dokuz günlük bayram tatili de geçip gitti.

Şimdi, Ömer Duru'nun Muttalip Pazarında kurbanlık arama yazısı gibi bir yazı yazmalı.

Yıllarca her gün yazı yazanlar yanında bizimkinin esemesi bile okunmaz ama...

Ama biz de iyi kötü yıllardır yazıyoruz.Az şey de feda etmedik yazı uğruna.

Öyle olunca, yazılarımızda ara sıra kendimizden söz etmeye hakkımız vardır herhalde.

Umarım bu kadarını hoş karşılarsınız.

Ne demişti Nurullah Ataç,

'Deneme ben'in ülkesidir.'

Bizim yazılara fıkra (köşe yazısı) mı denir, deneme mi, orasını bilemem.Ona edebiyat tarihçileri karar versin! Geleceğe kalabilirsek elbette. Elbette dişe dokunur yazılar yazmayı başarabilirsek.

Kimse kusura bakmasın!Kendimi yazacağım bu yazıda.

***

'İyi ki şu Köyceğiz var,' diyordu Çetin Altan yazılarında.

Can Yücel de son dönem şiirlerinde Datça da Datça demişti.Datça'yı Datça yapmıştı.

***

Biz de bu bayram Hamzahaclı'ya gittik.Çocukluğumuzun yokluk yoksulluk içinde geçtiği köye.

Çok fakirdik biz.Ve sekiz kardeşiz.Hala şaşırıyorum, ne yerdik, nasıl doyardık.

Herhalde kaşığı erken kapıp da yer sofrasına herkesten önce sokulmayı başarabilen karnını doyururdu. Gerisi yarı aç yarı tok...

***

Babam annesinin karnındayken babası genç yaşta ölmüş.

'Anasının karnında yetim kalan bir çocuktan ne olur ki,' diye ifade ederdi fakirliğimiz karşısındaki mahcubiyetini.

Yine de bugün bize köyde, şehrin sıkıntılarından kaçıp gideceğimiz, önünde, salkım salkım üzüm veren bir asma bağı olan, bahçesinde vişne, armut, ayva, kaysı ağacı bulunan bir ev bırakmayı başarmış.

***

Asmanın üzümlerini görünce, Can Yücel'in, cezaevinde ziyaretçilerin getirdiği üzümlerden şarap yapmasını anımsayıp üzümleri şarap yapacağım diye tutturdum.

Sultan çok kızdı:

'Ne şarabı, bir de onu çıkarma köye. Buraya kurban kesmeye mi geldik şarap yapmaya mı! Yarın kurbanımızı kesip gideriz,' dedi.

***

Geldik kurban kesme işine.

Babamgilin zamanındaki gibi kurbanın ayaklarını bağlayıp yere yatırdık hayvanı.

Köye gelişimizin can alıcı noktası buydu aslında, o günleri yeniden yaşamak...

Tekbir. Ya Allah ya bismillah!

Tam keseceğim, Sultan'ın parmakları bıçağın ağzında.

Kuzuyu seviyor:

'Canım benim, sen daha küçüksün, kıyamam sana!'

Hey yarabbi!

'Yahu kadın! Biz bu kurbanı kesecek miyiz kesmeyecek miyiz?'

***

Yok abi, bir daha girmem ben bu işlere.

Bekir Coşkun gidip bir de danaya girmiş!

Biz kuzuya girdik. Kuzu da bize girdi. Başında oturup ağlamadığımız kaldı bir.