Bir dost kapını çalar ve sen eski sen değilsindir; sen bir rengine tutunursun gökkuşağının, eskisi gibi değildir düş renkleri hiçbir sabahın. Aldatıyor bizi tekil hayatların çoğul yalnızlıkları ve dost kapısında şiir okuyor en uzak düşlem elçimiz. Emel Koşar Eskişehir'i uzaktan yaşayan bir yolcusu mürekkebin. Sevgiyle harmanlandığı şiirlerini daha yakına getiriyor ve sunuyor düşlerini sokaklara… Şaire çok sevildiği memleketi Eskişehir'den sevgiler selamlar...

Sizin bu yolculuğunuz nasıl başladı, yazmaya başlamak nasıl bir karardı?

Yazmaya başlamaya karar vermedim. Kitap okurken yazmaya başladım. Kendimi yazarken buldum. Kendiliğinden gelişen bir süreç bu. Yazarak kendimi tamamladığımı ve evreni onardığımı hissediyorum. Uzun süre yazamamak bir eksiklik, suç sanki. Tabii her yazdığım metni yayımlamıyorum. Şiirlerimin demlenmesini bekliyorum. Şiirlerim ve şiir kitaplarım üzerinde çalışıyorum. İlham, şiirin ilk adımı. Şiirlerimin zihnimde ve kağıt üzerinde son şeklini alması zaman alıyor. İkinci şiir kitabım Fısıltı Ritmi'yle birlikte her şiir kitabımı tek bir şiir (şiir isimlerinin ve şiirlerin sıralanışı açısından) gibi hazırlıyorum. Şiirde ses ve anlam bütünlüğüne önem veriyorum.
Şiir; kalbimizin, zihnimizin, rüyalarımızın, vicdanımızın sesi... Sesten ibaretiz. Şiir; geçmişimizi, duygularımızı ve bütün kültürel birikimimizi taşıyan sesin yoğunlaştırılmış şekli. Ses, ruhun da taşıyıcısı. Son şiir kitabım Sesin Limanları Derrida'nın sesmerkezciliğine, sözün yazıdan üstünlüğüne bir gönderme. Sesin (nefesimiz de bir ses) kaynaklarını, başka seslerle etkileşimini, sesin ve görüntünün egemenliğini, limanlarını şiirleştirdim kitabımda. Ses, benliğimizin bir parçası, çünkü ses, parmak izi gibi anında tanınabilir, teşhis edilebilir. (Mladen Dolar, Sahibinin Sesi-Psikanaliz ve Ses, Çev: Barış Engin Aksoy, Metis Yayınları, İstanbul 2013, s. 28) Sesin coğrafyası, durakları, sahipleri, etkiledikleri, yankıları hayatımıza yön veriyor.

İstediği gibi yazabilir mi şair, siz kaleminizle barışık bir şair misiniz?
Her şair sadece kendisi için değil, başkaları için de yazar. Kendimize karşı ne kadar açık ve dürüstsek okura karşı da o kadar açık ve dürüstüz. Kendimle barışık olduğumu düşünüyorum. Kendimi sorguladığım ve cezalandırdığım da oluyor. Önemli olan metindir. Şairin/yazarın ne hissettiği/düşündüğü önemli değil. Okur/eleştirmen/edebiyat tarihçisi metni kendi içinde tutarlı bir şekilde istediği gibi yorumlayabilir. Bu bağlamda şiirlerim hakkındaki incelemeleri okumak bana keyif veriyor.

Yazmaya başladığınızdaki sizle şimdiki siz arasındaki süreci nasıl tanımlarsınız?
Neredeyse okuma yazma öğrendiğimden beri şiir yazıyorum. Şiir dışında öykü, roman, senaryo denemelerim de oldu. Üniversite yıllarımda daha önce yazdıklarımın şiir olmadığını fark ettim. Daha sistemli bir şekilde okuyup şiir tarihine yoğunlaştım. Hayal, Mühür, Şiiri Özlüyorum, Eliz gibi dergilerde şiir yayımladım. İlk kitabım Fırça Darbesi 2011'de yayımlandı. Bugün ilk kitabımdaki şiirlerin çoğunu acemi bulduğumu söyleyebilirim. Şiir yazdıkça ve şiir üzerine yoğunlaştıkça olgunlaştığımı fark ediyorum. Son şiir kitabım Sesin Limanları bu olgunluğun ürünü.
Fırça Darbesi, Fısıltı Ritmi ve Figüran Yalnızlığı üçlemeydi. Sesin Limanları, şiirimde bir kırılma noktası. Sadece şiir geleneğinden, sinemadan, güzel sanatlardan değil, mitoloji ve astrolojiden de besleniyorum. Yaşadığım ve okuduğum her şey şiirime sızıyor. Sözcüklerin büyüleyici, iyileştirici ve cezalandırıcı gücüne inanıyorum.

Üniversitede edebiyat okumaya yeni başlayan bir öğrenciye edebiyatı nasıl tanımlarsınız?
Edebiyat kolay kolay tanımlanabilecek bir sanat değil. İyi bir okur olarak sözcüklerin büyülü dünyasına adım atan her birey için edebiyatın tanımı farklıdır. Son günlerde kuantum fiziği üzerine yoğunlaştığım için edebiyatın yaşadığımız evrene paralel bir evren olduğunu söyleyebilirim. Okurla birlikte tamamlanan, anlam kazanan, değeri artan metinler zamana karşı direniş (kalıcılık) çabasının ürünü olarak da görülebilir. Edebiyatın dergilerde atan nabzını dinlemeleri ve etkinlikleri takip etmeleri okurları/öğrencileri besler. Edebî metinlerin diğer sanat dallarıyla ilişkisi okura zenginlik katar. Kişi okuduğu metni kendi donanımı ve zevki doğrultusunda farklı şekillerde yorumlar.

Sizce şiirin travmatik yolculuğunda şair ve okur travmalardan nasıl sağ çıkar? Bu yolculuk umutsuzluğu yenebilir mi ya da böyle bir misyonu var mı?
Şiirin yolculuğu travmatik değil, liriktir. Travmatik denilen yolculuğu bu lirizm kendi bünyesinde eritir. Şiirin herhangi bir misyonu yoktur. Şiirin amacı sadece şiir olmaktır. Şiirin okucuyuda estetik bir haz uyandırmaktan başka gayesi yoktur. Şiir, duygu ve sezgi işidir. Şairin veya okurun yaşadığı travma onun sorunudur.

Başucu kitaplarınız nelerdir?
Baudelaire'in, Yahya Kemal'in, Ahmet Haşim'in, Nazım Hikmet'in, Behçet Necatigil'in, Hilmi Yavuz'un şiirleri, Füruzan'ın, Tomris Uyar'ın öyküleri, Balzac'ın romanları dönüp dönüp okuduğum metinler. Son günlerde mitoloji, astroloji ve fizikle ilgili kitaplar da okuyorum.

Sosyal medya ve edebiyat dersem neler söylersiniz?
Sosyal medya kaypak bir zemin. İnternetle birlikte bilgi kirliliği ve hayatın görsellere indirgenmesi arttı. Eskiden edebî tartışmaları dergilerden takip ederdik. Günümüzde asla yan yana gelmeyecek şair ve yazarlar sosyal medyada bir arada bulunuyorlar. Edebî tartışmaların sanal mekanı artık sosyal medya. Cağaloğlu'nun yerini sosyal medya aldı. Eskisi kadar edebî olmayan tartışmaları sosyal medyadan takip ediyoruz.

Roman, şiir ve öykü birbirine uzak yolculuklar mı, siz en çok şiir(l)e mi düş ekeceksiniz?
Roman ve öykü kardeş türler. Şiir daha eski, köklü ve lirik bir tür. Ben şiirle devam edeceğim yolculuğuma. Verlaine'in 'Şiir Sanatı' şiirinde (Modern lirik şiirin bir manifestosu olarak kabul edilebilir.) de belirttiği gibi duygu işi olan şiirin müziksiz olamayacağını savunuyorum. Şiirde sözcüklerin yarattığı ses bütünlüğünü, musikiyi önemsiyorum.

Eskişehirlisiniz. Eskişehir sizce kültür ve sanat anlamında coğrafyamızda ne gibi bir öneme sahip? Neler söylersiniz?
Eskişehirli olmaktan gurur duyuyorum. Anadolu'nun en güzel ve aydın şehirlerinden biri olan Eskişehir, çocukluğumun ve ilk gençlik dönemimin hatıralarının mekanı. Çehresi giderek aydınlanan ve direnen bir şehir. Kültür sanat etkinlikleriyle, eğitime, bilime katkılarıyla ismi öne çıkan Eskişehir'i hayranlıkla izliyorum. Geçtiğimiz mayıs ayında Eskişehir'de uluslar arası şiir festivaline katılmak benim için heyecan verici bir olaydı. Umarım Eskişehir'in ışığı bütün Anadolu coğrafyasını aydınlatır.

******
BİR ÇOCUK DÜŞÜ: AZRA AKILLIOĞLU

ATATÜRK

Sen Atatürk'sün en büyük Türk'sün...
Çocukların koruyucusu büyüklerin Büyüğüsün…

Sen Atatürk'sün, dalga dalga dalgalanan
bana bir bayrak bırakan…
Kanını sehididen alıp göğsüme koyan
Sen Atatürk'sün ülkemizde düşmandan kurtarıp bana söz hakkı verdiren…
Her deniz , her türlü sana çıkar.
Gönlümde aklımda hep sen.
Sen Atatürk'sün hiç ama hiç ölmeyen…

******

FELSEFE: EDMUND HUSSERL

Husserl Fenomenolojisi maddesel nesnenin varlığı, bilgi sorunu ve insanın varoluş sorunu üzerine eğilir. (Sözer, 1976) Fenomenoloji eleştirel bir felsefi yöntem olarak ortaya çıktı ve zamanla diğer sosyal bilimler üzerinde tesir göstermeye başladı. Birinci Dünya Savaşının bilimlere etkileri üzerine Husserl fenomenolojiyi kesin bir felsefe bilimine dönüştürmek ister. Ancak Fenomenoloji kendisi bağımsız bir alan kuramaz. Sosyal araştırmalarda nitel araştırma yöntemlerinin felsefi çatısı olarak işlev görür. Fenomenoloji bir itiraz ve karşı koyuş olarak düşünülebilir. Her şeyin belirli yasalara bağlı bilinebileceğine ve duyumsanabileceğine dair ve hümanizme karşı kökten bir eleştiridir. Bu nedenle bu metinde fenomenolojinin ne olduğunu anlamaya çalışmadan önce dönem 19. Yüzyıl boyunca ve 20. Yüzyıl başlarında egemen olan bilimsel görüşler ele alınacaktır. Bazı kuramların ve kavramların tanımlanması fenomenolojinin temel ilkelerinin anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır. Ortaya attığı fikirler gibi Husserl'in yaşamı da oldukça dikkat çekicidir. Felsefe, matematik ve mantık bilimleriyle iç içe geçen üniversite hayatının trajik biçimde sonlanması da ilginç bir örnek olarak ifade edilebilir. Hayatı ve eserlerinin anlatıldığı bölümün ardından Fenomenolojinin temel kavramları ve ilkeleri aktarılmaya çalışılacaktır. Husserl sadece ortaya bir yöntem değil bir eleştiri koymuştur. Onun eleştirileri pek çok konudadır. Buna dair de bilgiler bir bölümde anlatılmaktadır. Onun etkilerini anlamak için Max Scheler, Martin Heidegger ve J. Paul Sartre gibi öğrencileri hakkında da bilgi verilmektedir. Bir başka bölümde ise sosyolojik araştırmalarda sıklıkla kullanılan nitel araştırma yöntemlerindeki belirleyiciliği fenomenolojik dayandırılarak aktarılmaktadır