Kaç şiirin yolcusu, kaç gecenin düşlem elçisi Niels Hav. Gerçek bir şair, gerçek bir bilge ve dost. Adım adım sorular ve notaları harmanlıyor dişlerinde, tanıyor ve tanıtıyor kayıp seslerini tutsak aşıkların. Biliyor. Karşı çıkıyor. Söylenmesi gereken şiirleri okuyor bir çocuğun kulağına ve ayağa kalkıyor, ayağa kalkıyor. O gerçek bir şair ve dost. Şiirine ve mürekkebine göğü sığdıran uzakların dev kalemine çok sevildiği Türkiye'den, Eskişehir'den sevgi ve dostlukla…

Tamamen sinesteziyle harmanlanarak​ bitmiş şiirin tanımı nedir ya da bu mümkün müdür?

Harika bir soru, bunu hiç düşünmemiştim; ancak hepimiz bir noktada sinesteziğiz, bu olağan nörolojik durumumuz. Kandinsky'ye göre ses ve renk arasında bağlantı vardı ve bunu çalışmalarında da gösteriyordu. Sözcüklerin sesi olduğundan bahsettiğimizde, ki şiirde bu çok şey ifade eder, şiirde müzik gerçeği ön plana çıkar. Müziksiz şiir hiçbir şeydir. Sinesteziden bahsederken SÖZ YİTİMİ isimli şiirim aklıma geldi. Bir akşam arkadaşımla telefonda konuşurken gerçekleşti bu; ben konuşurken kızım bir soruyla araya girdi ve benim de dikkatimin bir bölümü aynı zamanda televizyonda maymunların deniz kenarında​ deniz tarağı ile birbirini beslemesindeydi. Bu sırada aklıma böyle birkaç dikkat dağıtan şeyle boğuşurken ortaya çıkabilecek bir şiir fikri geldi. Belki de hepimizin hayatında sıkça yaşadığı bu zamana ait bir olay bu.

Bir şairin kendi sözcük bileşiminde gelişmesi nasıl gerçekleşir; daha çok okumak, seyahat ya da daha farklı teknikler olabilir mi?

Aslında geçerli önerilerimin olup olmadığını bilemiyorum. Arthur Rimbaud için en önemli nokta algıların düzensizliğinden bilinmeyene ulaşmaktı. Sonunda cehennemde bir süre zaman geçirmek zorunda kaldıktan sonra yazmayı bıraktı ve öldü. Charles Baudelaire bize sarhoş ol ve öyle kal dedi: şarapla, erdemle, şiirle, her neyleyse!
Aslında esas zorluk kılmakta. Elbette gezip değişik kültürlerden ilham almak önemli fakat her yolculuğun hedefi eve dönmektir. Bence gerçek hedef etrafında olup bitene iyi çalışmaktır. Tam olarak durduğun yeri kazıyıp oradaki gömülü altına ulaşabilirsiniz. O yüzden bir yürüyüşe çıkıp arkadaşlarınla konuşup hatırla ki bir ağzımız var fakat iki kulağımız var; iyi dinlemek de çok faydalı olacaktır. Bir şair için hedef açık olmak ve etraftan gelecek küçük hediyeleri kabul etmektir. Bu küçük fırsatların iyi şiirler getirip getirmeyeceğini bilemeyiz ama şu bir gerçek ki, iyi şiir tam bir şifadır.

Henüz bitiremediğiniz ,üzerinde uzun zamandır çalıştığınız şiirleriniz var mı?

Aşk, kalbin atmasını sağlayan hazzın içini doldurandır; en büyük şehvet ve çoğu insanın hayatında sönmeyen ateştir. Aşk, aynı zamanda çok karmaşıktır. Fernando Pessoa 'Tüm aşk mektupları saçmadır ve saçma olmasalardı aşk mektupları olmazlardı.' diyor. Bence çok haklı. Aşk, şiirde en popüler temadır ve çoğu aşk şiiri kötü ve saçmadır - zapt edilmiş duygular ve basmakalıp metaforlar. Bu yüzden bu konuya çok dikkatli yaklaşmak gerekir. Yine de unutmayalım ki Pessoa'nın kendisi de tutku dolu aşk mektupları yazmıştır; bazen saçmalama riskini biz de almalıyız. Yıllar önce, bir Makedonya gezisinden sonra, bir aşk ve politika şiiri yazmaya karar verdim: 'Pirlepe'de o gün'. Uzun süre o şiiri bitiremedim. Sebebini bilmiyorum ama sanırım şu an bitmiş olabilir, sana gösterebilirim.

Prilepe'de O Gün

Gezegeni şiirle kirleten
kahvesinde saç olan
tüm kellere sor:
eğer ölüler cennette giysi
giyebilirse, Katja o gün
Prilepe'de aldığı elbiseyi
giyebilecek mi?
Dağ geçitinden hemen önceki
durakta Dünya Bankası'ndan bir müdür
yardımcısıyla bir gezintiye çıktılar. Hayır,
o ben değildim. Senin gibi karanlıktan çok korkuyordum.

O gece Skopje istasyonundan gelen Akropolis Ekspresi gençlerle ve askerlerle doluydu.
Bir anaokulunda gereksiz bir afiştim, sadece dinleyebiliyordum, piyangodaki ikramiye için umutlar artıyordu.
İşte ödüller: Herhangi bir aptal gibi kahvede bir kıl buldum ve bir şiir yazdım. Demek ki ölüler cennette kıyafet giymeye izinli olsalardı, belki Katja o gün Prilepe'den aldığı elbiseyi giyebilir.


Politika, bir şairin (yazarın) edebiyattaki hedeflerine ulaşmada kendisine bir engel teşkil eder mi?

Şair, büyük insanlık ailesinin bir parçası ve bu yüzden politikadan uzak kalması mümkün değil. Her gün politikacılar ve otorite hayatlarımızı yarı gerçek, parfümlü yalanlarla dolduruyorlar. Olan bitenle ilgili resmi masallar dili de mahvediyor aslında, bu tip aptallıklar evrenin akışını da tehdit ediyor ve sürekli bir deliliğe boğuyor. Şiir, mantıklı bir anlayış sunuyor; bu yüzden güçler, yazarları kontrol altına almak istiyor. Özgür konuşmak, sahte hikayelere bir tehdittir. Bir delilik bir ulusu vurduğunda ve sansürü körüklediğinde, yazar ciddi bir seçim yapmaya zorlanıyor: kalmak ya da sürgüne gitmek. Nazım Hikmet Moskova'da öldü ve Joseph Brodsky New York'ta öldü. Aynı zamanda bugün çok iyi meslektaşlarım hspisteler. Uluslararası Pen'in Hapisteki Yazarlar Komitesi var, tüm dünyadan yüzlerce şairin başı dertte; onların bizim ilgimize ve saygımızı​ göstermemize ihtiyaçları var.

Türk Edebiyatı hakkında ne düşünüyorsunuz ve Türkiye'deki okuyucularınıza neler söylemek istersiniz?

Benim gözlemime göre Türk yazını ve sanatı birçok alanda zengin bir büyüme içinde ve Türk Edebiyatı'nın​ dünya edebiyatıyla bu denli iletişimde olması çok önemli. Bu Türk Edebiyatı için çok sağlıklı ve bu edebiyat ihracını oluşturmak için gerekli olan resmi desteği de kazandırabilir; böylece​ daha çok Türk yazar yurtdışında okunur ve eserleri tercüme edilir. Türkiye yazın anlamında birkaç merkezden oluşuyor. Umarım gelecekte daha fazla yeri ziyaret etme fırsatım olur. Daha uzun süre kalıp daha çok şey öğrenme fırsatını da yakalamak isterdim. Türkiye'de olmak her zaman büyük keyif olmuştur ve bu evde olma hissini yaşatıyor bana. Okuyuculara da gidin ve şairlerle buluşun derim. Gidin, bir kitap satın alın, imza alın ve tokalaşın. Yazmak yalnız yapılan bir eylem ancak insanlarla buluşmayı çok seviyoruz.

******
BİR ŞAİR: ENİS BATUR

Bakarız, geçmişte üzerinde kalem gezdirdiğimiz düşlere tükenen her kalemin ardından özlemle bakarız. Zordur. Kaç dönem geçmiştir üzerinden ve hala biz olamamışızdır göğümüze asılmış türkülerimizle. Bu bir yıkımdır, bu bir kaçma ihtiyacı. Enis Batur belki de en büyük şairlerinden bu coğrafyanın. İleride bir yaşam rengi olacak yollar keşfetmişliği kült eserlerden sayılıp yüzyıllar boyunca şiir kalmaya devam edecek.

-A Cappella-

'Şiir yazmak başka şey, şiir kitabı kurmak bambaşka şey. Biliyorsunuz, Yahya Kemal şiirlerini kitaplaştıramadan öldü. Dıranas kitabını yaşlılık döneminde çıkarabildi. Bu karar verme olanaksızlığı son derece önemlidir. Uçlardan birine demek ki olanaksız kitabı yerleştirebiliriz. Karşı uçta, kitap felsefesi üstünde hayli düşünmüş Michel Butor'u görüyoruz: 89 yaşındaki bu şair-yazarın bugüne dek, irili ufaklı iki bin kitabı çıktı (bir de beni verimli sayıyorlar!). Ben, bu iki ucun arasına dolduran büyük yazı adamı topluluğunun bir üyesiyim, ancak ikinci uca daha yakınım. Buna karşılık, bir şiir kitabının inşasının en az içindekilerin yazılması kadar zorlu olduğunu düşünüyorum. 'A Cappella'nın yayına hazır olması yaklaşık ondört ayımı aldı. Yahya beyin 'dikenli' dediği bir o kadar şiiri dışarıda bıraktım. Peki, inşaat çalışmasına girişmeye nasıl karar verdim? Kitap, belki de bir dönemin, bir tür iç dönemin bittiğini bir yoldan duyuruyor şaire. Ayrıca, farklı gereksinmelerin doğduğunu algılıyor insan, besbelli başka arayışlar, bir sonrakinin işaretleri devreye girmiş.'

******
BİR ŞİİR: ALİ KARA

İŞTE ÖYLE

Kafam karışık duygularım yok, açım, aç
Güzel bir söze, sevgiye, aşka muhtaç
Gözlerimin içinde yanar ataş
Ben böyleyim kim olur benimle arkadaş?

Bakamam yakarım, eritirim
Kim isterki yanıp kül olmak
Cennetteyken cehennemi yaşamak
Ben böyleyim kim olur benimle arkadaş?

Yakar bedenimi kalır bir kor
Geçer ömür geriye ne kor
Külü savrulur olur uzun yol
Ben böyleyim kim olur benimle arkadaş?

******
FELSEFE: CAMUS VE SAÇMA

Camus, karamsarlığın dünyayı yöneten saçmalık içinde olduğunu söyler. Onun saçmaya bakışı, çağdaşları gibi karamsarlık, çıkmazlık ekseninde değildir. Ona göre dünya nihai bir anlamsızlık içinde değildir. Dünyanın bir anlamı vardır ve bu insandır. Çünkü bir anlama sahip olduğunu iddia eden tek varlık insandır. Bu bakış açısı Camus'nun tanımında gördüğümüz diğer varoluşçulardan farkını gösterir. Ona göre yaşamın bir anlamı olmalıdır. Her ne kadar saçma da olsa yine insanla anlamını tamamlamalıdır. Yaşamın saçmalığı ve insanın yabancılığı öncelikle zaman kavramı altında yatar. İnsanın ölümlülüğü de hem saçmayı hem de yaşanabilirliği anlatır. Yaşam saçmadır, çünkü sonunda ölüm vardır, ne olursa son budur. Diğer taraftan yaşam anlamlıdır; sahip olduğu nihai son ona yaşama sevinci bahşetmektedir. Zaman içindeki insanın saçmaya maruz kalmaması şimdi ile mümkündür: Eğer geçmişe bakmazsanız vicdan azabı nedir bilmezsiniz. Geleceğe bakmayınca da umudu bilemezsiniz. Bu sözcükler boş genellemelerdir. Bu nedenle Marie kendisini sevip sevmediğini sorunca, o, bunun anlamsız olduğunu söyleyecektir.