Soren Kierkegaard… Nasıl bir yaşam , nasıl bir geçmiş ve sonunda etkilediği insanlığın içinden geçtiği benzer süreçler. Danimarkalı filozof, teolog, estet ve eleştirmen. İlk başta felsefeci kimliği ile teologluğu arasında paradoksal bir görüntü varmış gibi gelse de bize, aslında sanılanın ötesinde kendisinin çok yönlü bir profil çizdiğini ve her profilde ayrı bir kişilik olarak karşımıza çıktığını görürsünüz Kierkegaard'ın. Felsefecilerin çoğu onu 'dindar filozof' olarak tanımlasa da bunun son derece yanlış anlamalara fırsat tanıyacağı açık. Şöyle ki, Kierkegaard'ın dindarlığı kilise babalarının veya skolastik eğitimden geçmiş din adamlarının dindarlığına benzemediği gibi çağdaş anlamıyla klasik papaz dindarlığı modeline de uymaz ki zaten önceleri papaz olmak istemiş sonra da bu işten vazgeçmiştir. Vazgeçtiği şey din değildir; yozlaşan dindir! Kierkegaard'ın dindarlığı elbette ki Hıristiyan dindarlığıdır. Bu daha özel olan tanımlama bizi ilgilendirmiyor burada. En azından yazımızın nihayetinde vardırmak istediği mesaj açısından diyecek olursak. Evet, onun Hıristiyan dindarlığı çok daha kişisel çok daha özel ve varoluşçu bir dindarlıktır. Kierkegaard'ın karşı çıktığı şey, bugün çağdaş anlamıyla dile getirebileceğimiz türden 'kurumsal-resmi din öğretisi' idi! Kierkegaard kendi zamanının Danimarka'sının ne denli yozlaştığının ve çürümeye doğru gittiğinin farkındaydı. Tam da bu işle meşgul olduğunu iddia edenler yani din adamları sınıfı ve din işleri ile ilgilenen kurumların ne denli yozlaştıklarının farkındaydı. Kierkegaard tutumunda saldırgandır ve estetik bir mizah anlayışına sahiptir. 'Pazar günü Hıristiyanlığı' yaftalaması ona aittir. O günde (Pazar günü) insanların kiliselere gitmelerinin amacının büyük sapmaya uğradığını ve kutsal mekanların 'armağanlaşma olgusu' altında araçsallaştırıldığını görüyor. Zamanının Hıristiyan algı, değer ve anlayışına ve onun ifade bulduğu kurumların, armağan ilişkileri adı altında gittikçe çürüdüğüne vurgu yapar. Buradaki armağanlaşma kavramı çok daha geniş bağlamıyla ele alınması gerektir. Burada armağanlaşma olayı bildiğimiz anlamda masum bir hediye alıp-verme olayı değildir. Kierkegaard armağanlaşmanın, hayırlara vesile her türlü mübadele araç ve tekniklerin dinin kendi içindeki potansiyel suistimallerin birer tezahürü olarak karşımıza çıktığına işaret etmek istiyor. Fakat Kierkegaard bunu gözlemlerken bir sosyolog değildir elbette. Toplumsal düzlemde gerçekleşen bu olaylara atıf yaparken çok daha dolaylı ve felsefi/aforizmik ifade biçimlerini kullanır. Kierkegaard'ın vurgusu tam da suistimale açık alanlar üzerinden bireyin yozlaştırıldığı ve dolayısıyla 'tüm kurumlarıyla beraber toplumun toptan çürümeye doğru gittiği' üzerinedir. Bazen Kierkegaard'ın 'Pazar günü Hırıstiyanlığı' dediği şeyin bizde 'cumaya' denk geldiğini söylemeden edemiyorum. Öyle ki sahidenlikten yoksun, yozlaştırıcı, değersizleştirici bir sürü dilek, duygu, düşünce, jest ve mimiklerin özellikle de sosyal medya ortamı üzerinden servis edilmesinden tutun, cuma günü cami çıkışı politikacıların, köşe başında pinekleyen gazetecilere verdiği demeçlere kadar dini motifli söylem ve ifade tarzlarının ayrıca toplumsal yaşam üzerindeki artan totalitarizminin farkında olmamak mümkün müdür? Peki neden bu böyle?