40 yılın üzerinde emek vermiş ve öğrencilerinin bir kısmı akademisyen olan eski bir eğitimci olarak aslında haddim olmayan bu konuya ucundan da olsa değinmeden geçemedim.
Bir bilimsel dergi kendisine gönderilecek makalelerin nasıl olacağı ile ilgili bir şablon yayınlar. Bu şablon tamamen hayalidir, alttaki kaynakça isimleri de hayalidir. Amaç makalenin şeklini şemalını makale yazacak olanlara anlatabilmektir.
Hollandalı bir istatistikçinin tamamen rastlantıyla bulduğu sonuca göre tam 400 bilimsel makalede, aslında 'var olmayan bilimsel makalenin, var olmayan derginin, var olmayan bilim adamının' adının referans olarak yazıldığını görür.
Araştırma derinleştirilince bu durumun özellikle sosyal bilimler alanında yoğunlaştığı, İngilizce yazma geleneğinin zayıf olduğu Çin, Malezya, Türkiye, Rusya, Romanya ve İranlı yazarlara ait olduğu görülür.
***
Bilimsel ve mesleki dergilerde yayınlanan araştırma makalelerine bakarsak Türkiye 18. sıradaymış.
Dünya çapında olduğu düşününce sıralama insana bayağı ehven geliyor.
Ancaaaak…
Sadece sıralama/sayısal açıdan bakarsak yanılırız.
Önemli olan araştırmanın,
Yarattığı etki,
Bilim dünyasında kullanılma durumu,
Yeni fikir ve araştırmalara yol açabilir olması.
***
Araştırma yapmak için araştırma yapmak,
Makale yayınlamış olmak için makale yazmak bu işin çözümü değil.
Hele bir de bu makalelerin çoğunluğu okunma değeri çok düşük olan bilimsel ve mesleki dergilerde (ki bazılarına parayı bastırınca zaten yayınlıyorlarmış) ya da e-makale türü sanal mecralarda yayınlanmışsa,
Araştırmanın değeri düşük olduğundan ciddi dergilerde yer bulamadığı şüphesi takılıyor kafamıza.
***
Nasreddin Hoca on bir ayın sultanı Ramazan ayı geldiğinde zamanı belirlemek için bir çömlek alır, bir yığın ufak taş toplar; her akşam bu taşlardan bir tanesini çömleğe atar. Ramazan'ın kaçı olduğunu öğrenmek isteyince çömlekteki taşları sayar.
Hoca'nın bu usulünü bilen bir arkadaşı Hoca'ya küçük bir şaka yapmak ister. Bir gün gizlice Hoca'nın taşları büyüklüğünde birkaç avuç taşı çömleğe boşaltır. Sonra doğruca Hoca'nın yanına gider ve sorar:
'Hocam, bugün Ramazan'ın yirmi dördü mü, yirmi beşi mi? Arkadaşlarla bir karara varamadık. Bana Hoca'ya git danış. O bilir dediler.'
Hoca:
'Olur, şu bizim çömleğe bir bakalım.' der.
Hoca, çömleğin yanına gider. İçindeki taşları saymak için boşaltır. Taşları sayar, tam 124 tane taş vardır. Hayretler içinde kalır. Kendi kendine:
'Allah Allah, böyle şey olmaz. Eğer ben bunun doğrusunu söylersem, bana aptal derler.' diye söylenir.
Soru soran adamın yanına geri gelir:
'Bugün Ramazan'ın altmış ikisi.' der.
Adam:
'Aman Hocam, hiç böyle şey olur mu? Ay dediğin 30 gündür, altmış iki çeker mi?'
Hoca:
'Sen gene şükret, ben insaflı davrandım da yarısını söyledim. Benim çömleğin hesabına kalsaydı bugün Ramazan'ın yüz yirmi dördü idi.' der.
***
Hoca'nın çömleğine benzer, her türlü dolabı çevirmeye açık mecralarda yayınlanması için yapılan araştırmalar da sonuçta bilimsel olarak bir taşın değerinin üzerine çıkamıyor.
Nedense bilimsel çalışmalarda tercihimiz 'çömlekte taş olmak'tan ibaret.
Demokraside de, hukukta da, basın özgürlüğünde de, teknoloji üretiminde de, sağlıkta da, üniversitelerimizde de, okullaşmada da…
Hep sayısal verilere bakıyoruz.
Her alanda böyleyiz, niteliğe değil niceliğe sarılıyoruz!
Tıpkı demokrasiyi sadece sandıktan ibaret sandığımız gibi…