Temel hak ve özgürlüklerin sürekli tartışma konusu olduğu ülkelerde doğal olarak halkın haber alma özgürlüğü de gündem oluşturur. Aslına bakarsanız hukuk sistemini oturtmuş demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerin hiçbirinde olmayan bu tartışmalar bizim gibi çağdaşlaşma yolu tıkalı tek lider hakimiyetinin olduğu veya oligarşik ve totaliter yönetimler ile idare edilen ülkelerin sorunları olarak önümüze çıkıyor. Son yıllarda ülkemizde yaşananlar, ülkemizin düşürüldüğü durum dikkate alındığında bu tartışmalara şaşırmamak gerekiyor. Ama bu şaşırmazlığımız maalesef geriye gidişimizi, kalibresi bozuk namludan çıkmış kurşun misali hedefinin neresi olduğu belli olmayan bir yörüngeye savruluşumuzu engellemiyor. Cumhuriyet Gazetesi'nin yaşadığını da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Elektronik veya basılı medya veya basın vasıtasıyla (gazete, dergi, radyo, televizyon, İnternet, v.s.) görüş ve düşüncelerini açıklayabilme ve yayabilme hakkı olan basın özgürlüğü her ülkenin iç dinamiklerine göre sınırlanan uygulamalara sahiptir. Bu sınırlamaların kapsamı ve sınırlama koymanın yolları ise her ülkenin basın özgürlüğüne sahip olup olmadığı hususunda insanların fikir Şahin'i olmalarını sağlar. Rıza Türmen bu durumu AİHM Handyside İngiltere (1976) kararını baz alarak şöyle belirtir: '...ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun temelini oluşturur. Aynı zamanda demokrasinin ilerlemesi ve bireyin gelişmesini sağlar. İfade özgürlüğü... sadece lehte olduğu zaman kabul edilen ve zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devleti veya nüfusun bir bölümünün incitici, şoke edici ya da rahatsız edici haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, demokratik bir toplumun vazgeçilmez öğeleri olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin bir gereğidir.' Bu kadar basit ama bir o kadar da açık anlatılan bu ifadeler gelişmiş tüm ülkelerde basın ve ifade özgürlüğünün sınırları noktasında yol göstericidir. Kendi ülkemizin de durumu yaşananların gölgesinde ortadadır. Bu kadar kısıtlama bu kadar engelleme bu kadar baskı hiçbir fayda getirmeyeceği gibi hak ihlallerine açık örnekler oluşturmakta ülkemizi dünyada prestiji olmayan 3. sınıf ülke konumuna sokmaktadır. Hele ki bu ihlalleri terör örgütü ilan ettiğiniz FETÖ'den yargılanan savcılar eliyle yaparsanız, Cumhuriyet Gazetesi gibi ömrünü terör örgütleriyle mücadeleyle geçirmiş basın organlarına karşı yaparsanız ne iddialarınız ne suçlamalarınızın ciddiye alınacak yanı kalmaz. Olan ise hep birlikte geriye giden Türkiye halkına bizlere olur.
Yaklaşık iki yıl önce İlhan Selçuk'ların Uğur Mumcu'ların mirası Cumhuriyet gazetesine karşı yapılmaya çalışılan operasyonlara yönelik olarak bunları yazmıştım. Birçok badire atlatan Cumhuriyet bu saldırılara cevap verdi ve ayakta kalmayı bir kez daha başardı. Aynı Cumhuriyet bu kez farklı bir operasyon ile karşı karşıya! iki yıl önce gazeteye karşı açılan davalar nedeniyle bedel ödeyen hapis yatan yazar ve yöneticilerin mağdur olmasına 'neden' olan ve davalarda bizzat savcılığın tanıklığını yapan bir isim şimdi gazete vakfının başına geçti! Bedel ödemek zorunda kalanlar başta olmak üzere objektif haberi de gazeteciliğe de gerçekleri de kendilerinden öğrendiğimiz gazeteciler Cumhuriyeti terk etti terk ediyor. Bundan sonra sorun şu? Kendi yol arkadaşlarını bile içerde yatmalarına sebep olacak kadar gözünü hırs bürümüş bir kişinin başkanlığında bu saatten sonra bu gazete gazetecilik yapabilecek mi? En önemlisi ayakta kalabilecek mi? Evet demeyi insan sevdiği ve sahiplendiği bir gazete için demek istiyor ama maalesef çok zor gözüküyor!...