Şiirin dili insan ne kadar büyürse büyüsün içindeki çocuğa laf anlatma çabasının mavi rengidir. Herkesin şiiri farklı, herkesin şiiri başkadır. Kendi şiirimi kurmak için yola koyulduğumda, aslında beni derinden sarsan imge yapısıyla ve korkusuz şiir biçimi denemeleriyle etkileyen şairlerin başında İlhan Berk gelmişti. Çünkü Berk'in şiirindeki çözümsüzlüğü sevdim ben. Şiirindeki açmazı bulup çıkarmayı sevdim. Şiire giden yolun bazen bir kadının kemerindeki ince detaydan bazen bir otun başını önüne eğmesinden bazen de bir kitabın bir kadın gibi bacaklarını açıp masa da insanı okumaya teşvik etmesinden geçmesini sevdim. Yani şiiri her yerde arayan şairin sessizliğini şiirlerinde duydukça sevdim. Türk Edebiyatı'nın en çalışkan şairlerinden biri olduğu için sevdim. Şiire çalışılması gerektiğini, biz genç nesle aşıladığı için sevdim. Şiirin bir sıradanlık değil detay işi olduğunu ve şiirin hayatın ana damarlarında değil kılcallarında gezdiğini işaret ettiği için sevdim. Bir şairden çok bir kültür adamı olmasını ve bir şiir bilgesi olarak şiiri bu kadar derinlemesine bilmesini sevdim. Bizlere Fransız Edebiyatı'nı, Dünya Edebiyatı'nı tanıttığı ve tüm yönleriyle anlattığı için sevdim. Şiirindeki ve kendindeki içtenliğini sevdim. Mesela, herkesin Londra diye dilinden düşürmediği bir şehirle ilgili tek söylediği şey 'sıkıntı' olduğu için sevdim. Gerçekçiliğini sevdim. Çünkü en büyük gerçeklik şiirde anlamı reddedebilme cesaretiydi. Şiirdeki rahatlığını, bakış açısının zenginliğini sevdim. Düz yazılarındaki öyküsel dilini, güncelerindeki akıcılığını sevdim. Fransa'da geçen bir gününü anlatırken 'Bir zenci kıza o kadar baktım ki, hiçbir şey anlamadı' demesindeki samimiyetini ve ironisini sevdim. 'Aragon'la tanıştım hiçbir şey duymadım' demesindeki ince şiiri sevdim. Deliliğin sınırlarında yaşayıp delirmeyenleri sevdiği için sevdim. 'Şairlerin yeri cehennemdir, cenneti düşünenlerse hiç olmamıştır' dediği için sevdim. 'Kuşlar öleceklerini anladıklarında İstanbul'a göç ederlermiş. Ölünecek bir yer diye.' Bu tip cümleleri bulup, yaşam suyuna karıştırdığı ve bizleri de haberdar ettiği için sevdim. Zamanla bana uzaklığı yendirdiği için sevdim. Gözlerimi sonsuz şiire açtığı için sevdim. 'Dünyada benden gizli bir şiir yazılamaz: Görürüm onu. Uzaklığı böyle yendim.'

9 Haziran 1964'de başından geçen bir anıyı anlatırken ki 'İlka'yı uyandırdım. Saat kaç dedi, söyledim. Döndü, yüzünü kapadı. Bıraktım, öyle seyrettim bir zaman. Sonra yanına uzandım. Bir sigarayı birlikte içtik. Sonra, Paris est Fete'e devam ettik yatakta. Üç gündür aynı kitabı okuyoruz. Sonra bana kendinden söz etti. Kendini bildi bileli uyumuyordu ve şarap içiyordu,' şiirsel dilini, öyküdeki inceliğini ve çarpıcılığını sevdim. 'Güneş ovayı taradı geldi/ ırmak yerinde değildi' dizelerini sevdim. 'Ağar gece konuşsun diye sessizlik' 'Su seni soruyor senin ayağına geldi' deyişindeki yalvaçlığı, nezaketi ve ihtişamı sevdim. Hiçbir şey söylemiyormuş gibi yapıp çok şey söylemesini, sessiz sessiz konuşup bir tufan çıkarmasını sevdim. Aklımı başımdan alan bir şair oluşunu sevdim.