'Meyhane…'
Ne güzel bir kelimedir…
Öyle kelimeler vardır zihnimde, sayıkladığımda bana garip bir huzur verirler…
Sırf, rakıya düşkünlüğümden değil, ses uyumu ile, dile yerleşen terbiyesi ile, tüylerimi ürperten tınısı nedeniyle…
O kelimelerden biri de 'kauçuk'tur…
Nedendir bilmem, aklıma geldiğinde bile bir hoş hissederim kendimi…
Benim yaştakiler dahil (55) bizler meyhane kültürünü birebir yaşama şansını pek bulamadık…
Örneğin ben,
Eskişehir'de 'Yeşil Köşe Meyhanesi'nin önünden çok gelip geçtim ama, çocuktum işte, oturup demlenmek bir türlü kısmet olmadı…
Ancak başka bir şansımız vardı galiba…
Televizyonun ilk yılları, TRT yılları yani…
Siyah-beyaz Türk filmleriyle büyüdük…
Yıkık dökük İstanbul meyhanelerini oradan biliyoruz…
Baba Nubar Terziyan'ın tezgahın arkasından Kartal Tibet'e, 'Ekrem yeter oğlum içme artık…' diye nasihatler ettiği sekanslar hala gözlerimin önünde…
Ya da ismini çoktan unuttuğumuz bir sinema emekçisinin, Türkan Şoray'a, 'hadi kızım evine git artık' dediği…
Hüseyin Baradan'ın omzuna attığı paltosu, elinde salladığı tespihi ile, pek az can verdiği iyi adamlardan birinin İzzet Günay'ı teselli ettiği o meyhane sahnesi…
***
Sevgili İlkay'ın,
Babasının anılarından yola çıkarak kaleme aldığı kitabı öğrenince, bunlar geçti aklımdan…
Kitabını henüz edinmedim ama en kısa zamanda satın alıp, hatim edeceğim…
İlkay'ın kitabı,
Hem sevdiğim bir dostumun yazmış olması,
Hem de,
Behemehal yakın ilgi alanımla iştigal ediyor olması nedeniyle, beni son derece mutlu etti…
Size,
Kitabın içeriği ile ilgili farklı ayrıntılar vermeyi sonraya bırakarak,
İlkay'ın kitabın arka kapağında paylaştığı şu yazıyı sunabilirim…
***
'Artvin'den Ankara'ya doğru sıyrılıp gelen bir hikayedir bu.
Hayatı avuçlarının içinde tutmaya çok küçük yaşta karar vermiş birinin, babamın hikayesi.
Seçtiği yolculuğa eşlik eden, rast gelen, yoldaşı olan dostlarını, dostça anlattı babam bu kitapta.
İlk maaşını veren Nusret Uzgören'i,
Elbise dolabından çıkan Atatürk'ü,
Felsefe yaptığı Veysel Öngören'i,
Boyabat'ta rakı içtiği Ahmet Muhip Dıranas'ı anlattı.
Kahkahalarla güldüğü Ali Özoğuz'u,
Seslerinin önünde yerlere kadar eğildiği Behiye Aksoy'u, Abdullah Yüce'yi, Ruhi Su'yu, Müzeyyen Senar'ı, asker arkadaşı Ferit Edgü'yü,
Öğretmeni gibi gördüğü Şahap Sıtkı'yı,
İyi resim çizer dediği Metin Altıok'u,
Sol yumruğunu öptüğü Hasan Hüseyin Korkmazgil'i,
Kadim dostu Salih Kalyon'u anlattı.
Ümit Yaşar Oğuzcan'ı,
Fikret Otyam'ı,
Altan Erbulak'ı,
Yıldırım Önal'ı,
Nezihe Meriç'i,
Salim Şengil'i,
Mümtaz Sevinç'i unutmadı.
Sayıp döktü, inci tanesi gibi hatıralarını.
Ve daha nice inciler döküldü ceplerinden.
Sözün kısası gökten üç elma düştü.
Biri anlatana, biri yazana, biri de okuyana.'
***
İsimlere bakar mısınız?
Bu isimlerin her biriyle tanışılan bir hayatın, literatüre geçirilmeden unutulup gitmesi, affedilir bir şey midir?
İlkay bu kitabıyla,
Babasına karşı bir saygı duruşunda bulunmakla birlikte,
Türkiye'nin ve Cumhuriyet'in,
Kültür, sanat ve sosyal yaşamına büyük bir katkıda bulunuyor…
***
Ülkelerin ve ulusların,
Bir resmi tarihleri vardır, bir de özel tarihleri…
Bu kitap,
Türkiye'nin özel tarihine ayna tutan inanılmaz bir kaynak…
'Biraz kül biraz duman'ın şairi Ümit Yaşar Oğuzcan,
'Olvido ve Fahriye Abla'nın şairi
Ahmet Muhip Dranas,
'Uy anam anam Haziran'da ölmek zor' diyen Hasan Hüseyin Korkmazgil…
Yıldırım Önal,
Salih Kalyon,
Altan Erbulak…
Bu adamlarla tanışıp, görüşüp, vakit geçirip de, o anıları bizlerle paylaşmamak,
Lütfen ya,
Biraz garip olmaz mıydı sizce de…
***
Meyhane İstanbul…
Meyhane Ankara…
İlkay'ın kitabında, babası İlhan Altıntaş'ın
1960 - 1995 yılları arasında Ankara'da işlettiği birçok lokanta ve meyhane anılarını dile getiriyor…
Meyhane…
Her ne kadar, fonetik olarak kulağa çok hoş gelen bir kelime olsa da,
Türkiye'nin kültür, sanat ve sosyal yaşamında çok önemli bir obje, çok önemli bir ayrıntıdır…
Sevgili İlkay'a buradan,
'Ellerine ve kalemine sağlık' demek istiyorum…
***
Hey biz talihsizler,
Rakı içmek, hele meyhanede içmek,
Asla, yalnızca rakı içmek değildir…