Exxen platformunda yayınlanan Gibi Dizisi’nin “Sınıfsal Veda” başlıklı bir bölümü var.

Exxen platformunda yayınlanan Gibi Dizisi’nin “Sınıfsal Veda” başlıklı bir bölümü var. Merak edenler için 3’üncü sezonun 4’üncü bölümü. Bu yazıda, söz konusu bölümde geçen bir diyalogdan yola çıkarak değerlendirme yapmak istiyorum.

Diziyi bilmeyenler için birkaç ön bilgilendirme yapmam gerekiyor. Dizideki ana karakterler Yılmaz, İlkkan ve Ersoy, alt gelir grubunda yer alan bir grup genç arkadaş. Bekâr evinde yaşamlarını sürdüren üç arkadaş, günlerini fazla bir uğraş vermeden (tabiri caizse günü kurtaracak şekilde) geçirir. Gelecek beklentileri ve büyük umutları da söz konusu değildir. Başlarından geçen absürt olaylar, diyaloglar ve ilişkiler, dizinin mizahi yönünü güçlendiriyor. Diğer taraftan da sosyal sorunlara ustalıkla dikkat çekiliyor.

Bu yazıda ele alınan “sınıfsal veda” bölümü, Türkiye’deki en büyük toplumsal kesimini oluşturanlar açısından önemli bir mesaj veriyor. Yılmaz, İlkan ve Ersoy, gelir seviyesi düşük ve yaşam şartları ağır bir gruba dahilken, onların çok eski bir arkadaşı olan Onur oldukça zengin bir karakter. Onur’la birlikte 4 kişi olan bu grup, ayda bir gün buluşarak kaburga yemeye giderler. Ancak hesap genellikle Onur tarafından ödenir. Ayrıca Onur, görüştüklerinde yoksul durumda olan 3 arkadaşına pahalı hediyeler verir. Bu durum Yılmaz, İlkkan ve Ersoy’un mahcup hissetmesine yol açar.

Yılmaz, İlkkan ve Ersoy bir gün kendi aralarında bir karar alırlar. Karara göre o ayki buluşmada kaburgacıdaki hesabı ödeyeceklerdir. Ancak evlerinin doğal gaz faturasını dahi ödeyemeyen bu grubun kaburgacıdaki hesabı ödemesi ne derece mümkün olacaktır? Kahramanlarımız, ödeyecekleri hesabın tutarını öğrenmek için kaburga restoranına giderler. Ancak orada Ersoy’un başına talihsiz ve absürt bir olay gelir. Bu duruma içerleyen Ersoy, kırılan gururunu onarmak ve arkadaşı Onur’a karşı mahcubiyetini bir nebze olsun hafifletmek için “kanını satar”.

Diziyle ve ilgili bölümle ilgili daha fazla spoiler vermeden sadede geleyim. Ersoy’un gurunun kırılmasına yol açan olayda, baş kahraman restorandaki garsonlardan birisidir. Konu hakkında kendi aralarında geçen diyalogda Yılmaz, İlkkan’a “o adam hiçbir zaman yiyemeyeceği kaburgaların bekçiliğini yapıyor” der.

Ekonomik gerçeklikten yola çıkılarak yapılan bu tespit, sosyolojik açıdan da derin anlamları içinde barındırıyor. Günümüz toplumunda bireyler, ait olmadıkları sınıfın çıkarlarını koruma görevini sürdürüyorlar.

Türkiye, 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimler öncesinde, partiler ve siyasiler arasında derinleşen bir rekabete tanıklık ediyor. Adaylar, birbirlerine karşı ağır ithamlarda ve eleştirilerde bulunuyor. Ancak bunun dışında, adaylar ve belirli çevreler kadar çıkarı olmayan ve asla onların yaşam standardına ulaşamayacak kişiler de söz konusu adayları hararetle savunuyor ve koşulsuz destek sağlıyor.

Tam olarak bu noktada Gibi dizisindeki tespit önem kazanıyor: “hiçbir zaman yenilemeyecek kaburgaların bekçiliği.” Oysa şu bir gerçek ki, 31 Mart 2024 tarihinde Türkiye’deki seçmenlerin büyük çoğunluğu isimlerini dahi bilmedikleri adaylara oy verecek. Verilen oydaki motivasyon ise yine büyük ölçüde ana akım düşünceler ekseninde ortaya çıkan söylemler olacak. Bunu iddia etmek için herhangi bir kehanete gerek olmadığı kanaatindeyim. Bu iddia hatalı olsa dahi, bu algıyı yıkabilecek bir alternatifin henüz oluşmadığını söyleyebilirim.

Türkiye’nin siyasi tarihinde seçmenlerin yiyemeyeceği kaburgaların bekçiliğini yapma davranışını ortadan kaldırmak için çok değerli girişimler söz konusu olmuştu. 1965 seçimlerinde yüzde 3’e yakın oy oranıyla TBMM’ye 15 milletvekili gönderebilen Türkiye İşçi Partisi, bu anlamda verilebilecek en iyi örneklerden birisi. Bunun dışında da çeşitli siyasal parti ve örgütlerin değerli girişimleri söz konusudur. Ancak ne yazık ki hiçbiri yurttaşların tamamının kaburga yemesini sağlayabilecek düzeyde başarıya ulaşamamıştır.

Konu Kaburgadan Açılmışken

Kaburga yeme konusunun sınıfsal niteliği şüphe götürmez bir gerçek. Öte yandan sınıfsal gerçekler bununla sınırlı değil. Örneğin 2024 yılında araç sayıları günbegün artmaya devam ederken ve petrol fiyatlarına rağmen bireysel araç kullanımı önemini korurken, hâlen herhangi bir motorlu taşıta erişemeyen kesim söz konusu. Söz kaburgadan açılmışken bu konuda da bir örnek vermek istiyorum.

Gazetemizin 25 Ocak 2024 tarihli sayısında yer alan “Hatipoğlu’nun Örnek Verdiği Şehirlerde Hizmet Çok mu İyi” başlıklı yazıda, Denizli’nin Asmalıevler ve Zeytinköy Mahallerindeki altyapı yetersizliğinden bahsederken şu ifadeleri kullanmıştım:

“…Örneğin toplu taşıma sistemi gelişmediği için bireysel araç kullanımına mecbur kalan Denizlililer, yolların bozukluğundan kaynaklı olarak araç bakımını daha sık yaptırmak durumunda kalıyor mudur diye araştırmış olmanız gerekir...”

Yazıyı okuyan sevdiğim bir arkadaşımın beni uyarması üzerine bir ekleme yapmanın yerinde olacağını düşünüyorum. Zira yapılan uyarı, bu yazının konusuyla da bağlantılı. Söz konusu mahalleler, Pamukkale Üniversitesi’nin karşı mahalleleri olmasına rağmen hâlen yeteri düzeyde “gelişme” gösterememiş. İlgili mahalleler ve biraz daha aşağıda yer alan Kayıhan, öğrencilerle birlikte işçilerin ve kırsal kesimle bağını sürdüren yurttaşların yoğun olarak yaşadıkları bir bölge. Dolayısıyla ilgili mahallelerde yaşayan herkesin otomobili bulunmuyor.

Arkadaşımın beni uyardığı noktaya gelelim. Yazıda ele aldığım yollar, sadece araç bakım maliyetlerine yansımıyor. Bununla birlikte yayalar açısından da ayakkabı maliyetini arttırıcı bir etki yaratıyor. Gerek o mahallelerde yurtlarda veya apartlarda yaşayan öğrenciler gerekse mahallelerin yerlisi olan yurttaşların böylesi ilave maliyetlere de katlanması gerekiyor.