Derken...
Öncesini yazmaya gerek yok, biliyorsunuz zaten hakkımızdaki her şeyi.
Aramızda gizli saklı da kalmadı artık...
Bildiğiniz gibi hastaneye, yiyip içtiğimizin kefaretini ödemeye gitmiştik.
***
Derken, saat sekize on kala kadınlardan biri adımızı, sıra numaramızı yazdığımız kağıtları aldı.
Adlarımızı okumaya başladı.
'Bir numara, geç sen şuraya!'
'İki, ...'
'Üç, geç şuraya!'
Adlarımızı heceleyerek okuyor abla ama...
Ama olsun.
Tecrübeli!
Tecrübenin karşısında okuryazarlığı bırak, profesör olsan kar etmez.
Sıkıysa geçme işaret ettiği yere.
***
Sıraya geçtik koridorun duvarı dibinde.
Başladık beklemeye.
Bekle bekle...
Önlerdeki bir teyze çok yaşlı, ayakta zor duruyor.
'Teyze sen istersen salonda biraz otur, sıra ilerleyince biz sana sesleniriz,' dediler.
'Yok,' dedi teyze.
'Sırana bir şey olmaz, sen bizim önümüzdesin, herkes biliyor.'
'Siz benim sıramı mı çalmaya çalışıyorsunuz!' diye öyle bir bağırdı ki teyze...
Neye uğradığımızı şaşırdık.
***
Kapı açıldı. İlerliyor sıra. Ama çok yavaş…Badi badi yürüyoruz kaz gibi.
Sıranın sonu gözükmüyor; koridorda, duvar dibinde uzayıp gidiyor.
Yine de şanslı sayılırım, sıranın sonlarında da olabilirdim şimdi.
***
Sıkıldım beklemekten. Sinirlerim altüst oldu. İnsanın sabır taşı olması gerekiyor burada.
Sıradan çıkıp biraz gezineyim istiyorum. Ama korkuyorum, sıram kaybolur diye.
Ne diyordu İsmet Özel,
'oyundan çıkmıyorum
korkuyorum sıram geçer
biletim yanar diye'
***
Herkes çok dikkatli…
Kuşku duyulan biri olunca önce bir fısıldaşma başlıyor sırada.
Sonra biri gidip kolundan yakalıyor kuşku duyulanın.
'Sen burada mıydın? Ben seni hiç görmedim sırada.'
'Abi ayıp ediyorsun, biz seninle az mı sıra bekledik burada; az mı sohbet ettik saatlerce.'
'Burada mıydın onu söyle sen! Dostluk başka sıra başka!'
***
Herkes çok dikkatli ama yine de kapıya yaklaştıkça sıra karışıyor.
Duvar dibinden ip gibi gelen sıra, kapıya yaklaştıkça ikili üçlü sıra oluyor.
'Hoca bana sıra beklemeden gel,' dedi deyip içeri dalanlar da var.
Böyle durumlarda yine bir fısıldaşma başlıyor önce. Sonra öne eğilip kalkan başlar...
'Doğru doğru, özel hasta, Hocaya para yatırıyor onlar…'
Sıranın en önüne geçenin pasaportu onaylanıyor böylece.
***
Gittikçe gerginleşiyor insanlar. Sırayı yarıp içeri girip çıkan görevlilere, personellere bile kızıyorlar.
'Koca göbeğiyle geçemiyor. Yemiş yemiş şişmiş,' diye öfkeleniyor kadınlardan biri.
Biz de yedik yedik... Düştük buralara. Göz ucuyla göbeğime bakıyorum. Benimki o kadar da değil ama… Tedbir amaçlı işte!
O arada sıradaki bir başka kadın üzerine alınıyor.
'Abla öyle deme,' diyor buruk bir sesle. 'Günahını alma boş yere. Yiyip içmekten değil o, bak ben de şişmanım ama Allah seni inandırsın aç geziyorum.'
Sıradan çıkıp gitmek geliyor içimden. Ne geziyorum ben burada, diyorum. Sağlık bulmaya mı geldim ben buraya, aklımı yitirmeye mi?
Yiyip içtiklerimin kefaretini ödemeliymişim de falan… İroni yapıyorum kendimce. Bizim gibi sıradan insanların ne günahı olacak ki kefaret ödeyecek?
Onun için, kefaret ödeyecek bir suçumuz günahımız yok bizim gerçek manada.
Kefareti; deveyi havuduyla yutanlar; hak yiyenler; çalıp çırpanlar; fakir fukaranın, garibanın emeğini çalanlar; kardeşinin dahi hakkını yiyip yutmakta tereddüt etmeyenler ödesin.