Üniversitede, sınav zamanları sabaha kadar ders çalışırdık.
Sabah da hiç uyumadan, ya uyuyup uyanamama korkusundan ya da zamanın yetmemesinden, hiç uyumadan sınava giderdik.
Çünkü her şey öğrencinin kendi çalışmasına kalırdı; sabahlara kadar inekle öğren kendin!
Anlayış bu.
Sorgu sual yok!
Sınavda bu ağır soruları sormuşsun ama derste öğrettin mi bunları, diye kimse soramaz, sormaz hocaya.
Ders konusunda, öğretme, yetiştirme konusunda değildi ama kurallarda çok katıydı, sıkıydı üniversite…
Mesela sabaha kadar ders çalışınca, sabaha doğru şöyle bir iki saat kestireyim derken tatlı bir uykuya daldın, sınavı kaçırdın diyelim.
İşin bitti demektir; o dersten kaldın.
Ancak sağlık raporun olursa telafi sınavına girebilirsin…
Zaten kimsesiz, parasız pulsuzsun…
Kim sana rapor verecek.
Ama işte, derste o kadar sıkı değillerdi.
Her şeyi kendin öğrenmek zorundaydın.
Tonlarca fotokopi; ders notu bırakırlardı anlaşmalı kırtasiyelere.
Kimileri kendi yazdığı kitaptan, kimileri doktora tezinden, kimileri kendi tez hocasının kitaplarından sorumlu tutardı sınavda bizi.
Öyle olunca, o tonlarca kağıdın başında sabahlardık.

***

Unutamadığım bir şey:
Ev arkadaşım, nereden bulduysa, Ahmet Telli'nin şiir kasetini bulmuştu.
Kendi sesinden.
O yıllarda imkanlar o kadar kısıtlıydı ki…
İnternetin adı bile yok.
Olan kaset, kasetçalar…

***

Ders çalışırken Ahmet Telli'nin kendi sesinden şiirlerini dinlerdik sabaha kadar.
Müthiş motive ederdi bu bizi. Yanımızdaydı yani şair!

***

Şair, sanatçı, yazarçizer; her zaman öğrencinin, gençliğin, insanlığın, iyiliğin…
Eğitimin, öğretimin…
Bilimin…
Vatanın, milletin…
Sevginin, saygının yanındadır.
Ne demişti Sait Faik?
'Her şey insanı sevmekle başlar,' demişti.
Öyleyken, nedir bütün bunlar?
Bu mu sanatçının hakkına düşen?
Üniversitedeki söyleşisi sırasında saldırıya uğramak mı?
Hacettepe Üniversitesindeki söyleşisi yarıda kesildi, bir gurup öğrencinin saldırısına uğradı, ölümle tehdit edildi Ahmet Telli!...

***

'Su Çürüdü' şiirinde,
'Zamanı yiyip bitirdi karanlık.
Gece yoktu.
Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu.' diye yazmıştı.
Sonra,
'Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde.
Yetmiş iki gündür sakındığım ve her gün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim...
Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya.
Dilimi kaçırıyorum artık.
Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye...
Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır.
Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna.
Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık.
Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...' diye devam etmişti.

***

Çürüyen su mu, insan mı?
Küstü, öldürdü kendini insan!
İnsan çürüdü!