Yunus Emre, bugünleri görseydi,
Elbette hepsini tevekkülle karşılardı…
Ama biz, Yunus Emre değiliz… (yn.)

***

Yunus Emre'yi kimseye anlatmaya kalkacak değiliz…
Bırakın Eskişehir'e,
Ne Türkiye'ye ne de dünyaya…
O,
Dünyanın 20'nci yüzyılın ortalarından sonra ancak fark edebildiği 'evrensel insan sevgisi ve hümanizmini' 800 yıl önce bilmiş, hissetmiş ve şiirlerinde anlatmış…
Türkiye'nin birçok noktasında mezarı olduğuna inanılan yerler olmasına karşın, tarihçilerin buluştuğu ortak nokta, Sarıköy…
Bugünkü adıyla,
Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Yunus Emre Mahallesinde…
Resmi kabul de böyle…
Üstelik,
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, şehrin en büyük parklarından biri olan Büyük Park'a, Yunus Emre'nin temsili bir türbesini de yapmış…
O'nun hem manevi şahsiyeti, elbette yalnız bir şehre hapsedilemez…
O, bir Anadolu ve dünya insanıdır çünkü…
Ancak türbesinin Eskişehir'de bulunması, Eskişehir'in Yunus Emre'ye olan hassasiyetini bir kat daha arttırmıştır…
Bizim Yunus Emre Caddemiz vardır…
Bizim Yunus Emre Parkımız vardır…
En önemlisi de,
Bizim şehir olarak büyük bir gurur kaynağımız olan Anadolu Üniversitesi'nin ana kampusunun adı 'Yunus Emre'dir…
Heybetli kapısının üzerinde kocaman harflerle yazar;
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YUNUS EMRE KAMPUSU…
Kampusun ana kapısından girince sizi Yunus Emre'nin, sırtında odun taşıyan heykeli karşılar…
Hani, çok bilinen bir kıssadır…
40 yıl boyunca Taptuk Emre Dergahında odunculuk yapan Yunus Emre'ye Taptuk Emre sorar…
'Yunus, 40 yıl boyunca buraya bir tek bile eğri odun getirmedin. Dağlarda eğri odun yok mudur?'
Yunus Emre cevap verir;
'Dağda eğri odun çok, ancak senin kapına odunun bile eğrisi yakışmaz' der…
İşte o felsefeyi anlatan çok güzel bir Yunus Emre heykeli…



***

Geçtiğimiz bir hafta boyunca yerel basında sıkça yer aldı…
Başta İstikbal Gazetesi'nden Murat Taşkın olmak üzere, köşe yazarları yazdı ve sosyal platformlarda fazlasıyla paylaşıldı…
Ancak üniversiteden hiçbir açıklama yapılmadı…
Girişteki Yunus Emre heykelinin hemen sırtına yapışık yapılan prefabrik kulübe…
Az mı oldu, çok mu oldu yapılalı bilmiyorum ama bugünkü hali, fotoğraflarda da görüldüğü gibi…
Bir üniversite…
Bir üniversitenin ana kampusunun giriş kapısı…
Üstelik bu ana kampusun adı Yunus Emre…
Ve,
Kör gözüne parmağım dercesine,
Yunus Emre heykelinin hemen sırtına yapıştırılmış plastik kulübe…

***

Yazının girişinde de söyledim ya,
Yunus Emre bu durumu görseydi,
Tevekkülle karşılaşırdı…
Ama biz Yunus Emre değiliz…
Yeni bir dize yazar mıydı bilemem ama,
Şu anki duruma uygun pek çok şiiri var…

***



Üstelik şöyle bir ayrıntı da var…
Anadolu Üniversitesi Rektörlüğünün sanat danışmanı,
Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Ana Bölüm Dalı ve Fakülte Dekan Vekili Prof. Rahmi Atalay…
Heykeltıraş…
Yani bir heykel sanatçısı…
Bir sanat eserinin, hele ki bir heykelin değerini en çok bilmesi ve koruması gereken kişi…
Sanat eserine saygıyı, gelecek nesillere anlatacak, öğretecek kişi…
Şimdi lütfen düşünür müsünüz?
Bir öğrenci,
Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümünü kazanıyor…
Kaydını yaptırıyor…
Kalbi küt küt atarak, heyecanla kampusun önüne geliyor…
Kapıdan giriyor…
Bir heykel görüyor…
Yunus Emre'nin odun taşıyan heykeli…
Ancak…
Aman Allah'ım o da ne?
Heykelin arkasında bir heyula…
Sanki,
Yunus'un sırtına, taşıdığı odunların üzerine eklemlenmiş…
Yunus'un sırtına yüklenmiş kocaman bir prefabrik kulübe…
?????????

***

Sonra bu arkadaş ilk derse giriyor ve Hocası anlatmaya başlıyor…
Bir sanat dalı olarak Heykel…
Sanata, sanatçıya, sanat eserine saygı…
Beğenmeseniz de, sevmeseniz de, katılmasanız da;
Sırf sanat eseri olduğu için saygı…
O öğrenci arkadaş ne düşünür acaba?

***

Eminim Yunus Emre o heykelin son halini görse umurunda bile olmazdı…
Ama dedim ya,
Biz Yunus Emre değiliz…