Picasso ve Van Gogh'u inceleyerek, Dali'yi, Pasolini'yi imbiklerden geçirerek yürümek öylesine bir kaldırımda; evet bazen 'evrensel' kavramının içine sığar mı bizim yaptığımız diye sorarız ve sormalı da sanatçı diğer tüm sancıları gibi - maviliklere sürmek motorları. Burası özel bir kent, burası Eskişehir ve burası tarihi dokusuyla, bazı atlanan noktalar olsa da, üniversiteleriyle, önemli bir dinamiği olan gençliğiyle, sanatı birçok yere kıyasla daha çok benimseyen ayrı bir mozaik. Eskişehir'in ciddi sembollerinden biri olmayı hak eden, yaşayan ve en özgün estetiği içinde barındıran; sanatın bir ev, bir çocuk, bir tebessüm, bir düşlem olduğunu en hümanist dille gösteren sevgili Arzu Özer ve Zafer Özer'in harika atölyesinden çıkan Arzu'nun bebekleri artık bizle gülüp bizle ağlıyor. Ülkenin birçok yerinde ve uluslararası platformlarda da sesini duyuran Arzu'nun bebekleri, Eskişehir'in, Anadolu'nun ve insana dair birçok değeri içinde taşıyor. Bu özel çalışmayı sevgiyle yapmaya devam eden sanatçı dostlara şiirle, saygıyla teşekkürler…
.........
ANTONIO LUCIO VIVALDI (1678 - 1741)
Antonio Lucio Vivaldi, barok çağının en büyük kemancı ve bestecilerinden biri, 4 Mart 1678'de Venedik'te doğdu. Babası St. Mark kilisesinin orkestrasında çalan usta bir kemancıydı. Vivaldi henüz kendi eserleriyle ün kazanmadan önce babasıyla birlikte ikili keman konserleri verdi ve bu konserler tanınmasında da büyük ölçüde etkili oldu.
1710 yılında opera yazmaya başlayan Vivaldi bundan sonra kendini özellikle opera yazmaya verdi. Bilinen 49 operasından 22'si saklanıp bugüne kadar gelmiştir. Opera, her ne kadar Vivaldi için önemli olsa da, bugün Vivaldi'nin önemi bestelediği keman eserleri yatar. Çok usta bir çalgıcı olan Vivaldi'nin keman çalışını izlemiş olan Alman gezgin Johann Friedrich Armand von Uffenbach onun için 'Kimse bugüne kadar böyle çalmadı ve bundan sonra da çalamaz' diyordu.
Yaklaşık 230'u keman için olmak üzere, 450 konçerto yazmıştır. Vivaldi operalarını sahneletmek üzere gitmiş olduğu Viyana'da 27 Temmuz 1741 yılında öldü.
........
FELSEFE - CEMİL MERİÇ
Cemil Meriç'in ilk yazısı Hatay'da Yeni Gün Gazetesi'nde çıktı (1928). Sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Hisar, Türk Edebiyatı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. Cemil Meriç, gençlik yıllarında Fransızcadan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo'dan yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Batı medeniyetinin temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir milletin özü olduğunu savundu. Sansüre ve anarşik edebiyata şiddetle çattı.
Cemil Meriç 38 yaşında iken gözlerini kaybetti. O dönemden itibaren de çalışmalarını sürdürdü. Doğrunun peşinde koşan bir cengaverdi sanki.
Cemil Meriç, miskinler tekkesi olarak kabul ettiği fildişi kulelerin dışındaki aydın olacakken, fildişi kuleye sığınmak zorunda kalır. Yıllarca fildişi kulesindedir, yıllarca yalnız. Kavganın dışındadır, fikir ve sanat kavgasının. Politikadan da, kurtarıcılığına inanmadığı için kaçar.
Cemil Meriç'in yeri hep kütüphane oldu. Kütüphanesinde Don Kişot'luk yapar sanki. Argoya, arenaya, ateş hattına, politikaya hiç inmedi.
70'li yıllarda fildişi kulesinden çıktı. Makalelerinde, yayımladığı eserlerde Asya'nın Avrupa ile hesaplaşmasına tanık oluruz, 150 yıldır gölgeler aleminde yaşayan ve insanından kopan aydının trajedisini izleriz adım adım; kaypak, müphem, tarif edilmemiş, Avrupa'nın emellerini dile getiren ama bizim şuursuzca benimsediğimiz mefhumlar, ideolojiler, sloganlar... Aydınlığa kavuşur tek tek gözlerimizin önünde.
Eserleri: Umrandan Uygarlığa (1974), Kırk Ambar (1983) isimli eserleriyle iki defa Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü kazandı. Hint Edebiyatı, Saint Simon, İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, Bir Dünyanın Eşiğinde, Bu Ülke, Mağaradakiler, Bir Facianın Hikayesi, Işık Doğudan Gelir ve Kültürden İrfana başlıca eserleridir.