12 Mart 1971'de Türk Silahlı Kuvvetleri adına; Genel Kurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanı hükümete bir muhtıra verdi. Bunun üzerine Başbakan Süleyman Demirel 'şapkasını alıp gitti'.
Başlangıçta, mevcut İktidarın sivil faşizme geçtiğini ve anayasaya aykırı faaliyetlerin içine girdiğini iddia eden bazı solcu kuruluşlar muhtıraya destek verdiler. Ancak, 'işin rengi' kısa sürede belli oldu.
12 Mart'ta muhtıra verilmesini 'hızlandıran' nedenlerden biri de, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde '9 Mart Cuntası' olarak adlandırılan 'Sol Kemalist' yapılanmanın varlığının ortaya çıkması oldu.

12 MART 1971 ÖNCESİ TÜRK SOLU
1961'de kurulan ve 1965'te 15 milletvekili ile TBMM'ye giren Türkiye İşçi Partisi (TİP); Türk solu için ilk birikim alanını oluşturmuştu.
1960-1965 döneminde soldaki en önemli oluşumlardan biri; Sol Kemalist nitelikli 'Yön Hareketi'ydi.
Doğan Avcıoğlu'nun 'Türkiye'nin Düzeni' kitabı ile Yön ve Devrim dergileri tüm solcular ve Kemalist subaylar tarafından dikkatle takip ediliyordu.
O yıllarda elimizden düşürmediğimiz kitaplardan biri 'Nutuk' diğeri ise G. Politzer'in 'Felsefenin Temel İlkeleri' kitabıydı.

'İKTİDARA GİDEN YOL' TARTIŞMALARI....
Sosyalist düşüncenin giderek yaygınlaşması 'iktidara giden yol' konusunda 'Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim' tartışmalarını da beraberinde getirdi.
1968 sonlarından itibaren üniversitelerdeki sosyalist devrimci gençliğin en güçlü temsilcisi olan (FKF) Fikir Kulüpleri Federasyonu'na (MDD) Milli Demokratik devrimciler hakim oldu.
MDD (Milli Demokratik Devrim) tezine göre; 'Türkiye emperyalizmin etkisinde, feodal yanı ağır basan bir yarı-sömürgeydi ve bu nedenle sosyalist devrimden önce; emperyalizme, feodalizme ve işbirlikçi burjuvaziye karşı 'milli devrim' yapılması gerekiyordu.'
'Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi', bu hareketin fikirlerini dile getiren yayınlardı.
1969'daki kurultayda FKF, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adını aldı. Dev-Genç bu dönemde, DİSK ve TÖS ile birlikte, anti-emperyalist ve demokratik mücadelenin ön saflarında yer alırken, işçi ve köylü hareketlerine büyük destek verdi, katıldı.
60'lı yılların sonuna doğru güçlenen solun toplumsal meşruluğunun giderek artması ve yaygınlaşması, Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçi burjuvaziyi korkutmaya başladı.

DOĞU PERİNÇEK VE 'BÖLÜNME'
1969 yılında, üniversitelerin ve sokakların hakim gücü Dev-Genç içinde en büyük bölünmeyi Doğu Perinçek'in başını çektiği grup yarattı.
Kendilerini Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) olarak tanımlayan grup bir süre sonra 'Mao' çizgisini benimsediğini açıkladı.
Dev-Genç içinde 'çok yönlü' saldırılara karşı mücadele eden devrimciler; kendileri ile çatışan PDA'lıları, 'Kampüs Maocuları' hatta 'Maocu Bozkurtlar' olarak nitelendiriyorlardı.

'TOPLUMSAL UYANIŞ EKONOMİK GELİŞMEYİ AŞMIŞ!..'
12 Mart Muhtırası'nı verenlere göre 'toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi aşmıştı.' Bu sözlerin anlamı açıktı; meydanlarda toplanıp 'Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye' diyenlerin, sendikal bilincin gelişmesi ile hak arayanların, grev yapanların, bozuk düzene baş kaldıranların başı ezilmeliydi.
Muhtıra sonrası, Türkiye İşçi Partisi, DİSK, TÖS ve Dev-Genç kapatıldı.
Bu süreçte, çok sayıda bilim insanı, yazar, gazeteci, üniversite öğrencisi ve öğretim üyesi, öğretmen, işçi, memur gözaltına alındı. Özel işkence köşkleri(!) kuruldu. Ülkesinin ve halkın çıkarlarını kendi yaşamlarından bile önde gören, okuyan, düşünen, sorgulayan yurtsever bir nesil 'karşıt görüşlü çatışmalar körüklenerek' yok edildi.
Kabına sığamayan gençliğe gözdağı vermek için Deniz, Yusuf ve Hüseyin idam edildi.
Cuntacıların başa getirdiği Nihat Erim hükümetinin ilk işi, ABD'nin isteği üzerine 'haşhaş yasağını kaldırmak' oldu.

49 YIL SONRA...
Muhtıra'dan 49 yıl sonra; insanca, hakça bir dünya için, emperyalizme ve bozuk düzene kafa tutan, tüm insanların derdini kendi derdi bilen bu yüzden işkencelerde ve idam sehpalarında yaşamlarını kaybeden 68 kuşağının yurtsever devrimcileri ise 'doğruları ve yanlışlarıyla' hiç unutulmadılar.