Covid- 19'un neden olduğu kırım sürüyor. Görünen o ki bu zor süreç daha epeyce sürecek. Bu durumda küresel salgın sürecini en az zararla atlatmak için bireylere düşen 'maske, mesafe, temizlik' önlemleri mutlaka eksiksiz olarak yerine getirilmelidir.

Ama aynı zamanda tüm duyarlı yurttaşların 'Nerede sosyal devlet!' diye daha yüksek sesle haykırması; yükselen seslerin gök kubbede kaybolup gitmemesi için ise tıpkı bir orkestra gibi örgütlü güçler oluşturulması gerekiyor.

O örgütlü güçler, salgına karşı bugün ve yarın ne yapacaklarına karar verirken öncelikle tarihin derinliklerine dalmak; o derinliklerde yatan batık kalıntılarını ve geleceğe aydınlatacak ışık kaynaklarını bulmak zorundadırlar.

Bilindiği gibi tarih bize sadece geçmişte olanları anlatmaz, aynı zamanda geleceğin anahtarlarını sunar. Geleceği öngörebilmek için bugünü bilmek yetmez, öncelikle sebep-sonuç ilişkileri içinde geçmişi iyi anlamak gerek.

SALGINLAR DA TARİH YAZAR

'Salgınlar, savaşlar ve diktatörlükler' insanlığın üç baş belasıdır… Doğal afetler bile insanlara bu üç bela kadar acımasız davranmamıştır.

İnsanlık tarihinde sıkça yaşanan ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan veba, çiçek, kolera, sarıhumma, kızamık, grip, tifüs, sıtma salgınlarının çok derin izleri var.

Gizemlerle dolu olan bu salgınlar, insanlık tarihinde çok büyük rol oynamış, hatta çoğu ülkenin kaderini bile değiştirmiş, tarihin akışını bir taraftan alıp başka bir tarafa yöneltmiştir. Tıpkı günümüzdeki Covid-19 salgının tarih yazması gibi…

İşin ilginç yanı salgınların, insanlığın diğer baş belaları olan 'savaşlar' ve 'diktatörlükler' ile doğrudan ya da dolaylı ilişki içinde olmalarıdır. Kimi zaman nedendir salgınlar, kimi zaman da sonuç.

Tarihte genellikle savaşlardan sonra ortaya çıkan salgınların, en yaygın sonucu ise 'diktatörlükleri güçlendirmesidir…' Bu bağlamda, savaşlar ve diktatörlükler de çok tehlikeli salgınlardır.

Şimdilerde tüm salgınlar baş başa vermiş 'Covid- 19 tarihi yazmakla meşguller…'

TÜM SALGINLAR YIKICI VE BÖLÜCÜDÜR

BM Genel Sekreteri Antonia Guterres, 10 Aralık 2020 tarihinde Uluslararası İnsan Hakları Günü nedeniyle yaptığı açıklamada: 'Covid-19 salgınının küresel çapta insan haklarına da büyük zarar verdiğini, 'bazı liderlerin özgürlüklere yönelik baskılarına bahane olduğunu' söyledi.' BM Genel Sekreteri özetle, 'İnsan hakları, salgın hastalığa karşı verilen mücadelenin en ön safında ve merkezinde yer almalıdır' diyor.

Bu arada birçok toplumbilimci, 'Covid-19 salgınıyla mücadelede insanların hükümetlerine duyduğu güvenin azaldığını ve böyle bir kriz durumuyla baş edebilecek küresel aktör kalmadığını öne sürerek, gözetim önlemlerinin uzun vadede totaliter rejimlerin temelini atabileceğini' belirtiyor.

Dünya Sağlık Örgütü ise aylardan beri; 'Covid-19 önlemleri bilimsel verilere ve eşitlik koşullarına uygun olmalıdır…' diye sesleniyor.

Ama Covid-19 ferman dinlemeden yıkıcı ve bölücü eylemlerine devam ediyor. O hınzır da tüm salgınlar gibi en çok dünyanın ve her ülkenin 'yoksul ve yoksun kesimlerine' zarar veriyor. Yani 'Kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişme yasası' tıkır tıkır işliyor…

Dünyanın ve her ülkenin sömürgenleri 'ayrımcılığı/bölücülüğü körükleyerek fırsatı ganimete çevirme hesapları peşindeler…'

ÜLKEMİZDE SALGININ NERESİDEYİZ?

Dünya Sağlık Örgütü'nün salgının yıkıcı sonuçlarını gösteren verilerine göre 'Türkiye tüm kategorilerde ilk beş içinde yer alıyor.'

Ama ülkemizin bu 'çuvala sığmayan mızrak gerçeğini', bu ülkede 'çıplak dolaşan krallar' hala görmezden geliyorlar. Çünkü 'Kadayıfın altının iyice kızarması…' beklentisi içindeler. Bu günlerde de 'Covid-19 aşısından kadayıf şerbeti çıkarma…' peşindeler.

Ondandır, kıt akıllarınca toplumumuzda 'Cumhuriyetin ilk yıllarıyla bugünü kavga ettirme gayretleri…' Ondandır, 'günümüzdeki her olumsuzluğun suçlusu olarak kendilerine muhalif olanları göstermeleri…'

Türkiye'mizin durumu ne yazık ki hiç iç açıcı değil... Aslında soruna teşhis koymak için bu kadar tahlile de hiç gerek yok. Çünkü sorun açıkça ortada; hastamız 'Çoklu Organ Yetersizliği (ÇOY)' yaşıyor…

Yani ülkemizde 'yasama, yürütme, yargı organları çökmüş durumda.' Açıkçası, 70 yaşını aşmış ve 50 yıldır tarih üzerine kafa yoran bir yurttaş olarak ben, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu kadar keyfi yönetildiği başka bir dönem hatırlamıyorum.

CUMHURİYET TARİHİMİZDEN KESİTLER

Eğer gerçekten Cumhuriyetimizin ilk yıllarını bugüne ve yarınlara bağlamaksa amacımız, dünya tarihine altın harflerle yazılmış olan şu gerçekleri görmek zorundayız:

*Türkiye'nin Kurtuluş süreci, 'dünyada emperyalizme ve gericiliğe karşı verilen ilk bağımsızlık mücadelesi'nin simgesidir.

* O ilk yıllarında TBMM, 'Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir' ilkesinin adıdır.

* O yıllarda yoktan var edilen Ankara'da 'yargıçlar' vardır…

* Cumhuriyet, ülkemizdeki tüm salgınları etkisiz hale getirmiştir.

* Cumhuriyet, 'örgütlü cehaleti' sindirmiştir.

* Cumhuriyetimizin o güzelim ilk yıllarında, İstanbul bir kültür ve sanat kentidir ve İzmir'in dağlarında çiçekler açmaktadır…

Diktatörlük heveslilerinin bu gerçekleri saptırmalarına izin verilmemelidir.

BİLİM VE DEMOKRASİ TÜM SALGINLARIN AŞISIDIR

Biliyoruz ki, bilim ve demokrasinin üreteceği aşılar tüm salgınları yok edecek güçtedir.

Ülkemizde Tek Adam Sistemi oluşturduğu karanlık tabloya karşın, toplumumuzun önemli bir kesimi teslim alınamadı. Demokrasi güçleri susturulamadı. Onca hileye ve hukuksuzluğa rağmen son anketler iktidarın kaybetmekte olduğunu ortaya koyuyor.

Ancak ülkemizdeki demokrasi ittifakının bugüne kadar varlığını sürdürdüğü zeminin tazelenmesi ve genişletilmesi gerekiyor.

Geleceğin bir sahibi olmalı artık; umutla, akılla, sevgiyle, yepyeni bir dille konuşan…

Sözlerimi sosyal medyada sıkça dolaşan bir özdeyişle bitirmek istiyorum:

'Saklamak değil, paylaşmak olsun özün.

Eleştirmek değil, çözüm bulmak olsun sözün.

Yıkmakta değil, yapmakta olsun gözün

Saldırmak değil, sarılmaktır çözüm…'

Sağlıkla sevgiyle dostlukla…