Satranç oynuyorsanız eğer, bilirsiniz;
Siyah beyazın, beyaz siyahın yapacağı hamleleri (manevraları) bilemez ama oyunu kazanmak için tahmin etmek zorundadır.
İlerideki hamlelerini, rakibin nasıl karşılık verebileceğini, kendisinin ne yapabileceğini kurgulamalıdır.
Önce veriler ortaya dökülecek, analiz yapılacak, olası tüm hamleler belirlenecek. Sonra varsayılan rakip hamleleri savuşturma yolları ve karşı hamleler hesaplanacak.
Satranç oyuncusu strateji bilmek zorundadır.
Öyleyse her strateji uzmanı da 'satranç beyniyle düşünmek ve hareket etmek' durumundadır.
Diplomasi de, siyaset de stratejik düşünmeyi gerektirir.
Bizim politikacılar ise, 'usuletle ve suhuletle' yapılması gereken stratejik/diplomatik hamleleri, -dış politikada işe yaramayacağını bile bile- hamasetle sarmalayıp iç siyasete malzeme etmeyi pek severler nedense. (!)
***
Köy düğününde, köyün kızlarına bakan komşu köy delikanlılarına dayılanmak benzeri bir diplomasi, dış ilişkiler anlamına gelmez.
Uluslar arası ilişkiler, siyah beyaz altmış dört karelik bir satıh gibi özel bir alandır.
Ki, o satıh üzerinde diplomatlar için; binlerce, milyonlarca hamle ihtimali vardır.
'Uzmanlık' gerektirir, 'deneyim' gerektirir; 'aklı kullanma'yı gerektirir, 'hamleleri görme'yi gerektirir.
O nedenle, bu uzman kişileri 'mon cher' diye (aslında kötü bir anlamı yok ama güncel kullanılış şekliyle) aşağılamak da, devlet adamlığına pek yakışmaz.
***
Satranç da, uluslar arası ilişkiler de duygusallığı ve kısa süreli hesapları kaldırmaz. Böyle davranan satranççı ya da devlet adamı her zaman kaybetmeye mahkûmdur.
Satranç soğukkanlı, mantıklı ve sabırlı olmayı gerektirir; uluslar arası ilişkiler de öyle. Heyecanlı, ateşli, coşkulu ve anlık hareketler olsa olsa 'tavla'da olur.
Ve iş tamamen 'zar şansı'na kalır.
'Satranç tahtasında tavla oynanmaz!'
***
Bir kişinin tek başına hem siyah adına, hem beyaz adına düşünerek ve yönlendirerek satranç oynadığını ve notasyonu yazdığını düşünelim bir an.
Notasyona bakan bunu bilemez. Farklı iki kişinin oynadığını düşünür.
Tek kişi hem siyahı, hem beyazı yönlendiriyorsa, ilerideki tüm hamleleri biliyor demektir.
Bilmekle bitmez ki, düzenliyor demektir.
'Tek başına satranç oynamak, kendi gölgenden atlamaya benzer.'
Günümüzde yaşanan bazı sosyal olaylarda -biraz da korkarak- sadece sunulan notasyona baktığımızdan, adalet dışına çıkan anormal çizgileri görememekteyiz ne yazık ki.
Adaletten uzak, sadece olmayanı olmuş gibi gösteren, olanı gizleyebilen, algıya dayalı, insanı gölgesinden bile atlayabileceğine inandıran bir garip kurgu yaşadığımız…
***
Oyunu (satrancı) kendi kendine oynamak isteyen, iki farklı kişilik geliştirir. Hem kendi, hem rakipler adına düzenlemeler/kurgular yapmak zorundadır. Rakibe (muhalefete), rakibin yaptığı hamlelere hiç tahammülü yoktur.
Galiba bizim siyasi karar vericilerde görülen de bu!
Zaman zaman izlediğimiz zikzaklar, geri dönüşler, zıt söylemler, tükürdüğünü yalamalar başka nasıl anlatılabilir ki?
'Kıskanıyorlar egosu' eşliğinde kendi kendileriyle mücadele ederken, müthiş belagatlerle dökülen yalanlar ve yarattıkları algılarla her oyunu kazanabileceklerini sanmalarını nasıl açıklayacağız?
***
Stefan Zweig'in 'Satranç' adlı kitabını okumalarını tavsiye ediyorum.
Dünyadaki en iyi ustaların en iyi oyunlarını ezbere bilen ama kitaptaki hamlelerin dışına çıkamayan, çıkılınca bocalayan bir ustanın öyküsü anlatılır.
Bizim mevcut dış işleri uzmanlarımız da belki çok zekidir, iyi yetişmişlerdir, öğrendikleri diplomasi şablonunun en iyi hamlelerini ezbere biliyorlardır.
Unutmayalım ki, hayatta kitapta olmayan hamleler de vardır.
Böylesi durumlarda karşı hamle oluşturacak siyasal, sosyal, hukuksal, bilimsel her türlü birikime ve Allah vergisi yaratıcı zekaya sahipler mi?
Önemli olan bu!
Biz bunun adına kısaca 'liyakat' diyoruz.