Melih ÇAVDAR

BİR ŞAMPİYONLUK ÖYKÜSÜ

Şimdi okuyacaklarınız 11 yaşında bir çocuğun şampiyonluk anısıdır. Yıllardan 2005, aylardan Kasım. Hafızamı zorlayıp Eskişehirspor'un son şampiyonluğuna dair anımı yazacağım. Hatırlamak ne kelime, hiç unutmadım ki. Unutulur mu? Zaten bir insan hayatında kaç defa böyle bir mutluluk yaşayabilir?

Eskişehirspor için oldukça başarılı geçen Play-Off liginin sonuna yaklaşılmıştı. Karşıyaka liderliği garantileyip bir hafta önceden şampiyonluğu ilan etmişti. Son hafta Es-Es'imin bir puan önünde bulunan ikinci sıradaki İstanbulspor ile mabette savaşılacaktı. Mutlaka galip gelmemiz gerekiyordu. Saatler önceden stada gidildi ve zor zahmet içeri girildi. Keşke her zorluk böyle heyecanlı olsaydı. 11 yaşındaki bir çocuk tuttuğu takımın şampiyonluğunu görecekti, ne büyük aşktı bu. İsmi ile büyüdüğü, yenilince gözyaşı döktüğü, galibiyetinde okulu coşturup Es Es Es Ki Ki Ki çektirdiği, öğretmenlerini bezdirdiği aşkı şampiyon olacaktı. 11 yaşında öğrendim ki açık tribünde siyah pantolon ile maç seyredilmez, yakar. Ama aslında yanan siyah pantolon içindeki bacaklar değil, siyahlı hakemin çaldığı son düdük, siyah skor tabelasında yazan 0-0'dı.

Gözyaşlarımı döktüm, çok üzüldüm, kahroldum. Pazartesi okulda sanki bir yakınımı kaybetmiş gibiydim. İllallah demiş öğretmenlerim ve her pazartesi maç kritiğini alan arkadaşlarım, maçın ardından taziyede bulunup, beni teselli etmekteydiler. Baraj maçları var, evelallah şampiyon oluruz dediler. Ümidim vardı ama hala kaçan goller gözümün önünden gitmiyordu. Candan Dumanlı hoca gönderilmiş yerine Yılmaz Vural gelmişti. İlk maç Erzurumspor'la idi. Aşırı heyecandan maçı radyodan dinleyemiyordum. Es-Es'im uzatmalarda 2-1 galip gelmişti… Sıradaki rakip Adanaspor'du. 1-0 galip olarak girdiğimiz 80. dakikada bir gol yemiştik ve maç yine uzamıştı. En az benim kadar heyecanlı annem ile maçı evin her yanında yankılanan radyodan dinlemiştik. Uzatmalarda atılan ilk gol beni çılgınlar gibi sevindirmişti. Annem her zaman olduğu gibi daha maç bitmedi, acele etme sevinmek için diyerek yine haklı çıkmıştı o an. Hemen Diyarbakırspor'un ikinci golü gelmişti. Bitime beş dakika kala Eskişehirspor üçüncü golü bulmuştu. Artık finaldeydik.

Hafta içi olmasına rağmen babam dükkanı kapatmış arabayla çarşıda tur atmak için beni evden almaya gelmişti. Bu coşku zaferin habercisiydi sanki. Finaldeki rakip Aydınspor'du. Maç 31 Mayıs 1995 Çarşamba günü oynanacaktı ve benim ne yapıp edip maça gitmem gerekiyordu. İlk önce babamdan izin almak gerekirdi tabii. Acemi birliğinden dahi firar edip maça kaçan babam elbette izin verecekti ama disiplini elden bırakmazdı ve okuldan izin kağıdı alma şartını koyardı. İkinci etap sınıf öğretmeniydi; izin talebine cevabı: Gidemezsin, zaten senin Es-Es'in yüzünden ders işleyemiyoruz, bir de Konya'ya gidersen bu okul bitmez olmuştu. Zaten öğretmenim de Eskişehirli değildi ve futboldan, bu aşktan bi haberdi. Elbette ki çareler tükenmezdi, ne yapıp edip maça gitmem gerekiyordu. Bir üst makama Müdür yardımcısına gitmiştim. Rica minnet, maçın geniş özeti anlatmam şartıyla iznimi almıştım.

Maça gidilecekti ve bu sefer şampiyonluk kesin bizimdi. Bütün gece uyumamıştım; tezahüratları, marşları, şarkıları tekrarlayıp durmuştum sabaha kadar.

Ve maç sabahı gelmişti. Büyük gündü, uzundu, umuttu. Esentepe'nin tüm esnafları toplandı, kalanlar ve gidecekler belirlendi. Kalanlar ve gidecekler arasında küçük bir sorun vardı. Ortaklaşa yaptırılan Dev Bayrak Eskişehir'de mi dalgalanacaktı, Konya'da mı? İş tatlıya bağlandı, Siyah-Kırmızı bayrak Eskişehir'de kaldı. Maç için tüm şehir seferber olmuştu. Herkes bir yerlerden izin almıştı maç için kıracakları Dünya rekorunun bir üyesi olduğundan bi haber. Fabrikatörler servislerini Es-Es aşkına taraftarlara tahsis etmiş, bir günlük zarara rağmen işyerlerini kapatmış, minibüsçüler o gün istikametlerini Konya'ya çevirmişlerdi.

Eski model arabamızla istasyon meydanına gidip rekora giden otobüslerden birine binmeyi amaçlamıştık. Tabii ki çok kolay olmamıştı bu. Bütün otobüs, Minibüs ve şahsi araçlar tıka basa dolmuştu. Seyir halindeki araçların üzerine sıçrayıp binen gençler Es-Es sevgisini büyüklüğünü gösteriyordu. Bir ara otobüs bulacağımıza dair umudum azalmış, gözlerim nemlenmişti ki, o arada nasıl olduğunu hatırlayamıyorum kendimi otobüslerden birinde bulmuştum. Ve gidiyorduk, mutluydum. Tezahüratlar o anda başlamıştı bile. Eskişehir Konya yolu tarihinin en yoğun trafiğinden birini yaşıyordu ama sadece gidiş yönü yoğundu.

İşte Konya'daydık; 32 bin kişi olduğumuzu sonradan öğreniyorduk. İstasyon meydanındaki ve Vilayet önündeki araçlara binemeyen taraftarlarla 50 bin kişi olduğumuzu düşünüyordum. Duasını eksik etmeyen kadınları, derste radyodan maçı dinleyen çocukları, izin almayan beyleri ve sağlığı el vermeyen Es-Es sevdalılarını hesaplayamıyordum bile.

Konya'da Atatürk Anıtı, karakol, Hava Hastanesi üçgeni trafiğe kapatılmış 26 plakalı araçların park etmesi için tahsis edilmişti. Bilet satılan gişenin önündeki 100m²lik alan karınca yuvası gibiydi ve maça sadece on dakika kalmıştı. Babam, merdivenlerden yukarı çıkıp beklememizi söylemişti ama ne düşündüğünü bilmiyorduk. Babam biletleri almıştı ama o kalabalıkta geri dönmesi pek kolay değildi. Babam, kendisinden beklenmeyen çeviklikle demir parmaklıklardan tırmanmaya başlayınca az önce ne demek istediğini anlamıştık.

Turnikelerde buluşup içeri girdiğimizde manzara kanımı dondurmuş, ürpertmişti. O an hissettiklerimi anlatmaya kelimeler yetmiyor. Eskişehir Atatürk Stadı'nda, her maçı açık tribünde seyretmiştik, Konya'da da öyle olmalıydı. Kale arkasına geçip, açıktaki yerimizi aldığımızda Bülent Yavuz ilk düdüğü çalmış, maç başlamıştı. Bülent Hoca'ya teşekkür etmeden geçemeyeceğim maç boyunca direkt etkisi olmasa da bizi kayırdığı bariz gerçekti. İlk golü biz atmıştık fakat çok geçmeden Aydınspor beraberliği yakalamıştı. Çekişmeli geçen maçın ardından dakikalar 90'ı gösterdiğinde kapalı tribünler önünden, Aydın yarı sahası ortasının sol tarafından arka direğe yapılan ortaya kalecinin ayağı kayıp yere düşmesiyle 4 numaralı formasıyla Metin Arvas'ın belini kırıp kafayla topu ağlara göndermişti... Ve şampiyonluk geldi!

Eskişehir'e vardığımızda gece yarısıydı ve şehir her zamankinden farklıydı, karnaval havasındaydı. Konya'dan gelen taraftarlar Eskişehir'dekiler tarafından zafer elde etmiş ordunun askerleri gibi karşılanıyordu. Ertesi gün okulda herkes beni bekliyordu biliyordum. Bende arkadaşlarımı bekletmeden sabahın erken saatlerinde okula gidip andımız başlayana kadar nefes almadan zaferi anlatmıştım. 90. dakikasına kadar. Statta İstiklal Marşımız biter bitmez Es-Es çektiğimiz gibi yapmak istiyordum ama Cuma akşamı okul biterken okunacak marşı beklemezdi sevinç. Birkaç arkadaşın desteğiyle andımız biter bitmez kızlı, erkekli, idareci, öğretmeni hep birlikte Esentepe mahallesini Es Es Es Ki Ki Ki Es Ki Es Ki Es diye inletmiştik.

O günün akşamı ise Vilayet meydanındaki şampiyonluk kutlamasının eşi görülmemiş cinstendi. Bayanların ve çocukların çokluğu Es-Es'imin farkını açıklamaktaydı. Artık bizde 1. Lig'deydik. Stat hoparlörlerinden çalan Mithat Körler'in bestelediği şarkının sonunda artık haydi elele birinci lige olmayacaktı. Şu an son şampiyonluğumuzu yaşadığımız il Konya'dayım ve galibiyet serimizi sevinçle takip ediyorum. İkinci şampiyonluğumuzu görmek için sabırsızlıkla günleri sayıyorum.

NOT: Bu yazı el feneri yardımıyla 22.00-24.00 saatleri arasında, askerde nöbet kulesinde hayat bulmuştur.

Editör: TE Bilisim