Eskişehir ve Türkiye’nin çeşitli kentlerindeki kamu işçileri, bugünlerde ekonomik talepli birçok eylemde bulunuyor.

Türk Harb-İş üyesi işçilerin Türkiye genelinde başlattığı Ankara yürüyüşü (Eskişehir’deki Hava İkmal işçileri de dahil), TÜRASAŞ (Eskişehir’de yaygın olarak bilinen ismiyle TÜLOMSAŞ) işçilerinin Ulus Anıtı’na doğru yaptıkları yürüyüş, kamu işçilerinin taleplerini gündeme getirmek üzere gerçekleştirdiği eylemlere verilebilecek başlıca örnekler.  

            İşçi eylemlerinin ortak özelliği, meşru ve fiili nitelikte olmaları. Bunun en önemli nedeni ise, işçilerin veya daha genel anlamıyla ücretlilerin toplumun yaklaşık yüzde 70’ini oluşturmasına dayanıyor. Toplumun büyük kesimini oluşturan ücretlilerin yaşam koşulları ağırlaştıkça, tarihte bu kesimin taleplerini çeşitli biçimlerde ifade ettiği sayısız örnek mevcut. 1989 yılında başlayan “bahar eylemleri”, Türkiye’de bu konuda verilebilecek en iyi örnek.

1989 Yılının Bahar Aylarında Ne Olmuştu?

            Türkiye’de 1980’li yılların ikinci yarısına gelindiğinde, bağımlı çalışanlar (işçiler, memurlar, sözleşmeliler vs.) mutlak bir yoksulluk içerisine girdi. ANAP’ın uyguladığı ihracata dayalı sanayileşme anlayışı, ücretlerin enflasyon karşısında erimesine ve ücretlerin reel değerinin büyük bir ivmeyle düşmesine yol açtı. Değerli iktisatçı hocam Yıldırım Koç’un hesaplamasına göre Türkiye’de işçi ücretlerinin satın alma gücü, 1982-1988 yılları arasında üçte bire kadar düştü.

            Kamu sektöründeki işçileri kapsayan toplu iş sözleşmesine göre işçilerin alım gücü, özellikle 1986 yılı sonrasında büyük ölçüde düştü ve bu durum toplumsal hoşnutsuzlukların artmasına yol açtı. 1986 yılında demiryolu işçilerinin Eskişehir’de gerçekleştirdiği 40 bin kişilik eylem ise bu hoşnutsuzluğun dışa vurulduğu örneklerden birisidir.

1989 yılına gelindiğinde ücretlerin satın alma gücü gitgide düşmeye devam etti ve kamu toplu iş sözleşmesinde yer alan zam oranları işçilerin reel ücretlerini korumaktan uzaklaştı. Kamu toplu iş sözleşmesini yenilemek üzere yapılan görüşmelerde, 3 kamu işveren sendikası ile Türk-İş’e bağlı 26 sendikadan oluşan koordinasyon kurulu arasında uzlaşma sağlanamadı. Bu uzlaşmazlık üzerine yaklaşık 600 bin kamu işçisi, kendiliğinden ve kitlesel bir şekilde 3 ay boyunca çeşitli protestolar gerçekleştirdi.

            Prof. Dr. Aziz Çelik’in ifadesiyle “dipten gelen dalga” olarak nitelendirilen bu eylemlerin özgün yanlarından birisi de işçilerin oldukça yaratıcı eylemleri hayata geçirmesiydi. Başlıca eylemler: “işi durdurma, işi yavaşlatma, toplu yürüyüşler, trafiği kapatma, işyeri işgali, işbaşında oturma, işe gitmeme, fazla mesaiye kalmama, servis araçlarına binmeme, yemek ve sakal boykotu, çocuklarını evlatlık verme, toplu boşanma davası açma, çıplak ayakla yürüyüş, açlık grevi, vezne önünde bekleme, vizite eylemi, siyah çelenk bırakma, basın bildirisi, ücret almama, alkışlı protesto, fabrika önünde soğan ekmek yeme, bordroları postalama, bordroları balona bağlayıp uçurma, tüm ailece yürüyüşlerdi.”

            Dönemin başbakanı Turgut Özal, kamu işyerlerinde gerçekleşen bu eylemlerden sendika yöneticilerini sorumlu tutuyordu. Zira 24 Ocak 1980 tarihinde alınan istikrar kararlarının mimarı olan Özal, Türkiye’nin yapısal uyumu açısından sendikal örgütlenmenin karşısında bir noktada yer alıyordu.

            1989 yılındaki bahar eylemlerinin bir başka boyutu ise yerel seçimlere etkisi noktasında görülüyordu. 27 Mart 1989 tarihinde gerçekleşen yerel seçimlerde ANAP’ın oy oranı yüzde 35 seviyesinden yüzde 21,88’e kadar düşmüştü. Bu durum, reel ücretlerinde yaşanan kayıplardan dolayı hoşnutsuzluk yaşayan işçilerin, güçsüz iktidar algısını güçlendirdi ve 1990’li yıllardaki kitlesel eylemlerin şekillenmesinde de belirleyici oldu. Nitekim 1991 yılında Zonguldak’ta başlayan büyük madenci yürüyüşü de bu sürecin bir parçasını oluşturdu. Sonuç olarak da 1991 yılının Ekim ayındaki genel seçimler sonucunda ANAP’ın tek başına süren 8 yıllık iktidarı sona erdi.

            1989 Bahar Eylemleri, bir yandan kamu işçilerinin ücretlerini koruma yolunda önemli bir atılım iken; diğer taraftan ise 1990’lı yılların kitlesel işçi ve memur eylemlerinin, sendikal örgütlenmenin şekillenmesinde belirleyici bir öneme sahip oldu. Ekonomik temelli olarak ortaya çıkan Bahar Eylemleri, politik sonuçları itibariyle Türkiye tarihine damga vurdu. Eylem sürecindeki temel sloganlar arasında yer alan “işçiler birleşin, iktidara yerleşin” sloganı da politik sonuçları açısından büyük anlam taşıyor.

Peki Bugün Başka Bir Bahara mı Uyanıyoruz?

            Bugün kamu işçileri, 1980’li yılların ikinci yarısındaki yoksullaşma deneyimine benzer bir süreci yaşıyor. Yaklaşık 750 bin kamu işçisinin ücretlerine, geçtiğimiz yıl genel seçim sürecinde imzalanan kamu çerçeve anlaşma protokolü gereğince, 2024 yılının ilk altı ayı itibariyle yüzde 32,57 oranında zam uygulanacak. Oysa 2023 yılının Temmuz-Aralık dönemini kapsayan enflasyon oranı yüzde 35,57 seviyesinde! Bu durum, enflasyon karşısında ücretleri değer kaybeden yüz binlerce işçinin hoşnutsuzluk yaşamasına yol açıyor. Diğer taraftan memur ücretlerine yapılan yüzde 49,25 oranındaki zam, kamu kurumlarında farklı statülerde istihdam edilenler arasında ücret dengesizliğine neden oluyor.

            Tüm bu veriler, işçilerin reel ücretlerinde azalmalar yaşandığını, hayat pahalılığı karşısında ücretlilerin yaşam koşullarının ağırlaştığını gösteriyor. Öte yandan vergi sistemindeki adaletsizlik, işçilerde huzursuzluğa yol açan diğer bir etmen. Buna karşılık kamu işçilerinin temel talebi, kamu çerçeve anlaşma protokolüne ek protokol yapılarak ücretlere yönelik düzenlemenin yeniden yapılması!

            Kamu işçilerinin taleplerinin karşılanmaması hâlinde nasıl bir sonuçla karşılaşılacağını kestirmek zor. Diğer taraftan mevcut işçi eylemlerini, doğrudan bahar eylemlerinin yeni biçimi şeklinde değerlendirmek için de erken. Ancak, genel olarak işçilerin harekete geçmesinin birinci önkoşulunun gerçekleştiğini söylemek mümkün. İşçilerin karşı karşıya oldukları bu tablo karşısında yerel seçimlerde vereceği tepki de diğer bir merak konusu…

Kuryeler de Eylemde!

            Yaşamını sürdürmek için ücretli işte çalışanlar, kamu işçileriyle sınırlı değil. Özel sektörde çalışanların ücretleri de enflasyondan olumsuz etkileniyor. Sokaklardaki çetin koşullarda posta ve dağıtım hizmeti sunan kuryeler ise yaşam koşullarının ağırlığından etkilenen diğer bir grup. Öyle ki bir dijital platform ağına bağlı olarak çalışan kuryeler, ücretlerine yapılan zam oranlarının yeterli olmaması sebebiyle eyleme geçtiler. Gerek işçi statüsünde gerekse esnaf kurye statüsünde yer alan kuryelerin tek amacı, insana yakışır bir gelir seviyesine erişmek.

            Çalışan Gazeteciler Günü Kutlu Olsun!

            Emek gücünü satarak geçimini sağlamak zorunda olan istihdam grupları arasında yer alan gazeteciler, halkın haber alma özgürlüğünü kullanması için büyük bir özveriyle çalışıyor. Bir yandan yaşam koşullarının ağırlığı karşısında bireysel mücadele veren basın emekçileri, diğer taraftan ise toplumsal sorumluluklar üstlenerek mesleki mücadelelerini sürdürüyor.

            Yerel, ulusal ve uluslararası medyada doğru habere ulaşmamız için emek sarf eden tüm basın emekçilerinin Çalışan Gazeteciler Gününü kutluyorum. Basın özgürlüğünde ileri medeniyetler seviyesine ulaşmamız ümidiyle, tüm gazetecilere insan onuruna yaraşır bir çalışma yaşamı diliyorum.