Bir vatandaş olarak yazıyorum bu yazıyı!
Ne siyaset yapmak, ne gazetecilik, ne köşe yazarlığı…
Hani yazı olsun, bugün yazmam gereken yazıyı yazıp şu köşeye oturtayım falan diye değil.
Yaşadığım için! Bütün bunları, bütün bu karmaşayı, yazıp çizen insanlar olarak biz de sizin gibi yaşıyoruz.
Neyin suç, neyin iyi, neyin kötü olduğu; neyin hükümeti desteklemek, neyin muhalefet etmek olduğu da birbirine karıştığı için çoğu zaman sessiz kalıyoruz zaten.
Ama öyle bir an geliyor ki… Ne diyordu 'Dondurmam Gaymak' filminde Ali (Turan Özdemir)?
'Her şey bir cinnete bakar anasını satayım!'
İşte öyle bir an geliyor ki 'yetti artık!' diye patlıyor insan.

***

Önce, 'marketçiler!' dendi. 'Marketçiler yükseltiyor fiyatları!'
Doğru! Hakikaten de her şey marketlerde daha pahalı. Üstelik de her markette farklı fiyatlarla karşılaşıyorsun.
Ve sözünü ettiğimiz de sıradan, temel ihtiyaç sayılacak sebze, meyve…
İnsan adını anmaya çekiniyor ama…
Hadi burada bir kereliğine ki 'bir kereden bir şey olmaz!' denmişti, bir kereliğine adını analım; sözünü ettiğimiz patates, soğan; ara sıra ıspanak, pırasa falan.
Patlıcan yok!
Sakın!
Hem mevsimi de değil patlıcanın.
Öyle et falan de değil yani sözünü ettiğimiz.
Zaten böyle giderse bazı gıdalara 'mutlu azınlık' ulaşabilecek sadece.

***

Marketçiler yükseltiyorsa fiyatları, gidip mahalle pazarından almaktı en iyisi.
Doğru, pazarda marketlerden biraz daha uygun fiyatlar. Poşet de bedava!
Seçime hazırlanan belediye başkan adaylarıyla karşılaşıp tanışma ihtimalin de var pazarda. Sen adayları tanımıyor olsan bile ekipten biri kolundan tutup,
'Bak başkanımız!' diyor. Sen de elindeki poşetlerle durup bakıyorsun. Çevresindeki kalabalıktan yaklaşıp bir şey sorma şansın yok ama…
Mesela yaklaşıp,
'Nasıl olacak bu fiyatlar?' gibi bir şey sorma şansın yok ama onlarla orada karşılaşmak da iyi bir şey. Seçimden sonra bu şansın da olmayacak. Hatta yanlarına bile yaklaşamayacaksın…

***

Geçen haftalarda ben de pazara gittim, fiyatları yükselten marketçileri protesto etmek için.
Bir curcuna pazarda…
Bağrış çağrış…
'Geel geel!... Natürel… Yerli bahçe, kendi bahçemizden!'
Kışın ortasında ne bahçesi, ne yerli bahçesi!

***

Alacaklarımı alıp geldim.
Sultan, aldıklarımı dolaba yerleştirirken beni çağırdı mutfağa. Poşeti açıp sordu,
'Bu ne?'
'Mandalina!'
'Bunların bir kısmı çürük, bir kısmı lekeli!'
'Yapma ya!
Eğilip baktım poşetin içine. Hakikaten öyle.
'Kabul etmiyorum!' dedim.
'Neyi kabul etmiyorsun?'
'Benim aldığım mandalina bu değildi. Tezgahta çok iyi gözüküyordu. Üstelik de pazarcı poşete seçerek koydu.'
'Doğru, seçmiş; ama çürüklerini seçmiş sana.'
'Vay anasını!'
'Limonlar da kurumuş!'
'Şener Şen'in 'Züğürt Ağa' filmindeki limonlar gibi desene!'
Bir poşet limonun hepsini birer birer kestim. Bütün gücümle sıkmama rağmen bir iki damla su ya çıkıyor ya çıkmıyor limonlardan. Bir kısmı da ceviz büyüklüğünde... Tezgahta hiç o büyüklükte limon yoktu, nereden bulup koymuşlar poşete onları?
'Sen bir daha pazara falan gitme,' dedi Sultan.
'Nereye gideyim?'
'Hiçbir yere!'
'Gitmem zaten,' dedim. 'Pazarcıların da tıpkı marketçiler gibi fiyatları yükselttikleri söyleniyor haberlerde.'

***

Yani?
Yani marketçi, pazarcı, tanzim satış noktası derken olan bize, vatandaşa oluyor…