Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken ayaklarının ucunda bir yılan görmüş.
Tam baltasını kaldırıp yılanın başını ezecekken yılanla göz göze gelmiş.
Ve onu öldürmekten vazgeçmiş.
Yılan da bunu karşılıksız bırakmamış.
Hemen oradaki kör kuyuya dalıp biraz sonra bir altınla dönmüş.
Altını oduncuya vermiş. İyiliği karşılılığında kendisine her gün bir altın vereceğini de söylemiş.
'Her akşam bu kuyunun başına gelip bekle beni,' demişler.
Gerçekten de oduncu her gün o kuyunun başına gitmiş ve evine her akşam bir altınla dönmüş.
Derken, her gün kuyu başında buluştuğu yılanla aralarında sağlam bir dostluk gelişmiş.

***

Oduncu, yılanla arasındaki dostluğu, insanların yılana zarar vereceği endişesiyle kimseye söylememiş. Ailesine, odundan iyi para kazandığını anlatmış sürekli.
Ama bir gün hastalanıp yatağa düşmüş.
Kuyunun başına gidemez olmuş.
Rahat, lüks içinde yaşamaya alışan ailesi altınları kısa sürede tüketmiş. O zaman mecbur kalmış gerçeği söylemeye.
Sonra oğluna,
'Kuyunun başına git. Bir yılan çıkıp gelecek. Ona benim oğlum olduğunu söyle. O sana bir altın verecek. Altını al. Sana o altını veren yılana teşekkür et. Ona, dereden ellerinle taşıyacağın suyu ikram et. Sonra dönüp gel. Bunu kimseye anlatma. Ona ihanet etme. Ona saygıyla, minnet duygularıyla, dostlukla yaklaş. Unutma, o bizi yıllardır bolluk ve refah içinde yaşattı,' demiş.

***

Çocuk, babasına inanmamış ama yine de kuyunun başına gitmiş.
Yılan, dostunun selamını alınca çocuğa güvenmiş. Ona da kuyudan çıkarıp bir altın vermiş.
'Yarın yine gel,' demiş çocuğa.
O sırada çocuk, yılanı öldürüp kuyudaki altınların hepsini almayı düşünmüş.
Yerden aldığı taşı yılana fırlatmış. Yılanın kuyruğu ezilmiş.
Kanlar içinde kalan yılan, can havliyle, ani bir sıçrayışla çocuğu kolundan ısırıp zehirlemiş.

***

Çocuk eve dönmeyince oduncu meraklanmış.
Güçlükle de olsa yatağından kalkıp kuyunun başına gitmiş.
Bir de ne görsün?
Yılan bir tarafta, çocuk bir tarafta…
Çocuk ölmüş.
Yılan kanlar içinde, acıdan kıvranıyor kuyunun başında.

***

Ölen oğlunun yanına değil!...
Yılanın yanına koşmuş oduncu.
Yılanın ayaklarına kapanmış, ondan özür dilemiş.
'Oğlum bir hata işledi. Senin verdiğinden fazlasını almak istedi. Ben de aramızdaki sırrı oğluma söyleyerek sana ihanet ettim, beni affet. Yeniden dost olalım. Yine her akşam ben seni ziyarete geleyim. Dereden sana kendi ellerimle su getireyim,' demiş.
Yılan acı acı gülmüş.
'Sende bu evlat acısı, bende bu kuyruk acısı varken biz seninle yeniden dost olamayız,' demiş.

***

Yerel seçimler sonrası, günlerdir İstanbul'un oyları yeniden sayılıyor.
Her gün bir altın veren, ne bir altını, her gün bir çuval altın veren İstanbul'un dostluğundan vazgeçmek kolay değil tabi!
Ama çare değil artık hiçbir şey!
Oyların tekrar tekrar…
Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı…
Sağdan sola, soldan sağa sayılması çare değil.
Ki iktidar ol, muhalefet ol!
Kim ihanet ederse ona, oduncunun kaderini yaşar.

***

Ne olur, nereye varır bu işin sonu bilmiyorum ama…
Truvalı Helen gibidir İstanbul!
Tanrı Zeus ile Leda'nın kızı, dünyanın en güzel kadını Helen gibidir.
Cilveli, cezbedici…
Teni ipek gibi yumuşak…
Bakışları can alıcı…

***

Hiç kimse kolay kolay vazgeçemez ondan.
Ondan…
Uğruna savaşlara gidilen İstanbul'dan!