Bir yanımızda 'yıllardır içimizi kemiren terör', diğer yanımızda 'kapımıza dayanan savaş' yüzünden toplumsal endişelerimiz doruğa ulaşmış durumda…

Bu arada ortalığa saçılan 'haber ve yorum kirliliği' enerjimizi ve umutlarımızı öylesine sömürüyor ki…

Bu kirli ortamda bırakın 'bilim ve sanat' üzerine yoğunlaşmayı, doğru dürüst 'siyaset' bile konuşamaz olduk.

Oysa toplumbilim geçekleri 'siyasetin, sadece siyasetçilere bırakılamayacak kadar önemli olduğunu…' gösteriyor.

Bugünkü konumuz olan CHP ile ilgili sayısal veriler: Seçmen sayısının 12 milyonu aşkın (yüzde 25), üye sayısının 1 milyon civarında (seçmen sayısının yüzde 10'undan az), CHP'de aktif siyaset yapanların ise üyelerin yüzde 10'undan az olduğunu gösteriyor.

Diğer yandan, bugün dünyanın güvenilir siyaset bilimi kurumlarının değerlendirmeleri, 'Türkiye'nin sorunlarıyla ilgili en gerçekçi ve çağdaş tespitleri ve çözüm önerilerini yapan partinin CHP olduğunu' ortaya koyuyor.

Tüm bu veriler de 'CHP'nin, sadece CHP'li aktif siyasetçilere bırakılamayacak kadar önemli olduğunu…' gösteriyor.

'YÜZDE 25' KÜÇÜMSENEMEZ

Ülkemizde son yıllarda seçim sonuçları CHP'nin 'yüzde 25' oranında seçmen desteğine sahip olduğunu açıkça ortaya koydu.

Bu oranın neden daha çok olmadığıyla ilgili dileklerin ve eleştirilerin elbette haklılık payı vardır.

Ancak hiç kimsenin 'yüzde 25'i küçümsemeye ve bu bahaneyle CHP'nin tüzel kişiliğinin aşağılamaya hakkı yoktur…'

Üstelik seçim sonuçlarıyla ilgili yorum yapan herkesin, 'CHP'ye verilen oyların Türkiye'nin en bilinçli oyları olduğu gerçeğini' görmesi gerekiyor.

CHP'ye verilen o bilinçli oylar; Cumhuriyet değerlerinin (özellikle laiklik ilkesinin) ödünsüz olarak savunulmasını ve Haziran kalkışmasıyla zenginleşen demokrasimizin gerici etkenlerden bağımsız olarak geliştirilmesini istiyor.

Konuyla ilgili olarak 'Türkiye'de solun oylarının zaten yüzde 30'lar düzeyinde olduğu(!)…' gibi yaygın bir biçimde pompalanan 'algı saptırması' ise hiçbir bilimsel gerçeğe dayanmıyor.

Çünkü Türkiye'de (ve tüm ülkelerde) 'eşitlik, özgürlük, barış, bilim, demokrasi, emek, kardeşlik' gibi amaçlarla ortaya çıkan bir partinin potansiyel oyunun yüzde 70'ler düzeyinde olduğu bilimsel bir gerçekliktir.

Yeter ki 'o yolda kitleleri azim, kararlılık ve birlik içinde yürütecek güçlü bir parti' oluşturulabilsin…

SORUN 'ÖTEKİNDE/BERİKİNDE' DEĞİL, 'BÜTÜNDE'

Ülkemiz siyaset arenasında 'ötekileri suçlayarak kendini temize çıkarma hastalığı' çok yaygın.

Sağ partilerde bu hastalık 'liderin ve partinin otoritesine biat etmek…' gibi çağdışı yöntemlerle bastırılabiliyor. Ve 'parti yandaşları iktidar nimetlerinden nemalandıkları sürece', hastalık pek depreşmiyor…

Sol partilerde ise bu hastalığın panzehiri 'parti içi demokrasinin eksiksiz olarak işletilmesindedir.' Aksi halde 'karşılıklı suçlamalarla yapılan kısır tartışmalar yüzünden hastalık öyle bir depreşiyor ki…'

CHP'de sıkça depreşen bu hastalık, '1 Kasım sonrası ile Kurultay öncesi gerginliklerinin bir araya geldiği şu günlerde yine tavan yaptı.'

Yukarıda belirttiğim gibi, 'parti üyelerinin ancak küçük bir azınlığını oluşturan aktif siyasetçiler(!)' tarafından sürdürülen bu düşük seviyeli ve kısır tartışmalar; 'üyelerin ve seçmenlerin pasif büyük çoğunluğu tarafından endişeyle izleniyor...'

Oysa 'sorunların kaynağının ötekinde ya da berikinde değil, CHP'nin bütününde olduğu' görülmeli; 'tartışmalarda çatışmacı değil, uzlaşmacı ve bütünleştirici yöntemler kullanılmalıdır…'

SORUN 'LİDERLİK' DEĞİL, 'PARTİNİN YÖNÜNDE'

CHP'nin her sıkıntılı döneminde işin kolayına kaçılarak öncelikle 'lider' suçlanır ve olması gereken liderlik için bir sürü nağmeler düzülür…

1 Kasım seçimlerinden sonra da yine öyle oldu. Parti içindeki çeşitli gruplar hemen hedef tahtasına 'Kemal KILIÇDAROĞLU'nu koydular ve desteksiz atışlara başladılar. Hatta bu atışlar bazen öylesine 'sorumsuzca' ve 'vefasızca' yapılıyor ki…

Üstelik genel başkan adayı olarak ortaya çıkanlardan hiçbirisinin liderlik özellikleri Kılıçdaroğlu'ndan daha üstün değildir.

Daha da önemlisi, alternatif olarak ortaya çıkanlar 'ortaya daha gelişkin bir düşünsel boyut koyamamaktadırlar…'

Demek ki CHP'nin temel sorunu 'kişilerde' değil, 'partinin yönündedir…'

Onun için 'partinin vitrinine konulacak yeni yüzler değil, yeni düşünceler aranmalıdır…'

Bu arayış için CHP yüzünü daha sosyal demokrasiye dönmek durumundadır. Partinin doğru bir çizgiye oturabilmesini sağlayacak 'değişim' için, 2019'a kadar olan seçimsiz süre önemli bir fırsattır.

ÖNERİLER

CHP'nin daha nitelikli, daha katılımlı ve daha kitlesel bir parti olabilmesi için üzerinde yoğunlaşılması gerekilen bazı önerleri paylaşımınıza sunuyorum:

· Din, mezhep, ırk, milliyet gibi kimlik yaklaşımlarından daha da arınarak; sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri ve Türkiye'nin Cumhuriyet değerleri açıkça öne çıkarılmalıdır.

· Bünyesini 'liberal-yeni sağ' ve 'muhafazakarlık' virüslerinden korumalıdır.

· Düzen değişikliğinden yana olduğunu açıkça haykırmalıdır.

· Kürt sorunun gerçek çözümünün 'yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması' doğrultusunda ve 'parlamento içinde' olduğu bilinciyle somut adımlar atılmalıdır.

· Sendikalarla ve diğer STK'larla somut ilişkiler geliştirilmelidir.

· Medya ve sokak gücü geliştirilmelidir.

· Demokratik rejimi yeniden kurmak için, CHP önderliğinde 'demokrasi cephesi' oluşturularak somut iktidar alternatifi ortaya konulmalıdır.

Bu ve benzeri somut önerilerin yaşama geçirilebilmesi için gereksinim duyulacak güç; Cumhuriyet kuran CHP'nin 92 yıllık tarihsel birikiminde ve bilimin rehberliğinde geliştirilecek parti içi demokraside mevcuttur.

Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…