Eskişehir Odunpazarı'nda yaşanan 'Külliye Olayı' şimdilik buzdolabına konuldu…

Ancak 'AKP/RTE otoritesindeki hükümet (merkezi yönetim)' ile ülkemizin çeşitli bölgelerindeki 'AKP'li olmayan belediyeler' arasında benzer sorunlar çok sık yaşanıyor.

Bu öylesine yaman bir çarpıklık ki; 'halkın seçtiği yerel yöneticilere' karşı, 'AKP'den daha AKP'ci ve RTE'ci olmaya çalışan kamu bürokratları (valiler, kaymakamlar, müdürler)' kahramanca(!) mücadele veriyorlar…

Bu bağlamda günümüzde adeta 'çözümsüzleştirilen' yakıcı bir sorunumuz da 'Kürt sorunudur.' Yıllardır kanayan bu toplumsal yaramız en tehlikeli noktasına ulaşmıştır.

Bir yanda, 'çağdaş sosyal hukuk devleti' ilkelerine tamamen aykırı olarak ve orantısız bir biçimde sürdürülen operasyonlarda insanlarımız ölüyor…

Diğer yanda, 'çağdaş insan hakları ve demokrasi mücadelesi' ilkelerine tamamen aykırı olarak ve meşru olmayan bir biçimde PKK (ve yan örgütleri) tarafından sürdürülen kirli terör eylemlerinde öldürülen insanlarımız…

İşin ilginç yanı, her iki taraf da 'silahlar hemen sussun!' diyen barış sevdalılarını 'ihanetle' suçluyor…

Ve ne yazık ki bu konuda kamuoyumuzu yangına körükle giden medyatik yaklaşımlar yönlendiriyor…

Oysa bu sorunların bilimsel ve demokratik yaklaşımlarla irdelenmesi gerekiyor.

MERKEZDEN Mİ, YERİNDEN Mİ?..

'Kamu yönetiminde yetki ve sorumluluklar daha çok merkezi yönetimde mi toplanmalı, yoksa yerel yönetimlerde mi?...' konusu, yönetim bilimi alanında yaklaşık 200 yıldan beri tartışılmaktadır.

Bizim anayasamız her ikisine de atıfta bulunuyor. Ama uygulamada 'merkezi yönetim' hep ağırlıklı olmuştur. Özellikle olağanüstü dönemlerde…

Dünyanın gelişmiş demokrasilerinde ise genel eğilim 'yerel yönetimlerin güçlendirilmesi' yönündedir.

Öncelikle bu konuda tüm dünyaya mal olmuş bir doğru sözü anımsayalım: 'Yerel yönetimler demokrasinin beşiğidir…'

Toplu yaşamın ilk dönemlerinden beri insanlığın yönetim deneyimleri o beşikte büyümüştür. O beşikte biriken deneyimler sürecinde çağdaş insanlık bugün insanların bir arada mutlu yaşamalarının en iyi yolunun, 'eşitlik ve özgürlük ortamında, yetkileri ve sorumlulukları paylaşmaktan geçtiği…' sonucuna varmıştır.

Ve görülmüştür ki, insanlığın en büyük buluşu olan 'demokrasinin' en somut uygulamaları 'yerel yönetim' alanında gerçekleşiyor. Çünkü yerel yönetimlerdeki işlerin planlama, uygulama, denetleme gibi tüm aşamalarında genellikle 'doğrudan demokrasi' uygulanmaktadır.

Diğer yandan, 'yereldeki toplumsal yatırımların ve hizmetlerin merkezi hükümetlerce değil, yerel yönetimler tarafından gerçekleştirilmesinin maliyet ve verimlilik açısından daha avantajlı olduğu…' bir yönetim bilimi gerçekliğidir.

İşte bu nedenlerle, çağdaş toplumlarda yerel yönetimlerin yetki ve sorumlulukları sürekli arttırılmaktadır.

'AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI'

' Avrupa Konseyi' bünyesinde, 'Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı', 15 Ekim1985 tarihinde imzaya açılmıştır.

Türkiye anlaşmaya 21 Kasım1988 tarihinde imza koymuş ve anlaşma 9 Aralık1992 tarihinde TBMM'de onaylanmıştır. Yürürlük tarihi ise 1Nisan1993 olarak belirlenmiştir.

Toplam 18 maddeden oluşan sözleşmenin 'önsöz' bölümünde, imzalayan Avrupa Konseyi Devletleri:

· 'Yerel makamların her türlü demokratik rejimin temellerinden birisi olduğunu düşünerek,

· Vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının Avrupa Konseyine üye Devletlerin tümünün paylaştığı demokratik ilkelerden biri olduğunu düşünerek,

· Bu hakkın en doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğuna kani olarak, Gerçek yetkilerle donatılmış yerel makamların varlığının hem etkili hem de vatandaşlara yakın bir yönetimi sağlayacağına kani olarak…'

· 'Sözleşme maddelerine uyacaklarını taahhüt ederler…' deniliyor.

Özetle bu sözleşme, 'toplumsal yaşamda giderek artan görev ve sorumlulukların karşılanması için yerel yönetimlerin güçlendirilmesini' amaçlamaktadır.

Türkiye bu sözleşmenin bazı maddelerine 'çekince' koymuştur. Ve 'AKP/RTE iktidarı bu sözleşmeye uymamak için kırk dereden su getirmektedir…'

KÜRT SORUNUNUN GERÇEK ÇÖZÜMÜ

Bugün ülkemizin siyaset arenasında Kürt sorununu çözme iddiasında olan iki farklı yanlış eğilim var.

Birinci yanlış eğilim, Kürtlerin etnik kültürel farklılıklarını ve bölgenin ekonomik sorunlarını görmezden gelerek, sorunu sadece dinsel yaklaşımlarla çözmeyi hedefleyen ve son 14 yıldan beri AKP tarafından sürdürülen siyasettir.

AKP/RTE iktidarının son aylarda 'tüm evrensel hukuk ve demokrasi değerlerini yok sayarak, sorunu orantısız silah gücüyle çözmeye yeltenmesi ise kanayan yarayı daha da büyütmüştür…

İkinci yanlış eğilim ise, 'sorunları Kürt Milliyetçiliği perspektifinde ve silah gücüyle çözerek, özerk ya da bağımsız bir Kürt yönetimi oluşturmak…' özünde karşımıza çıkıyor.

Son 35 yıldır PKK ve yan örgütlerinin içinde olduğu bu çıkmaz yol; bugüne değin kan, gözyaşı ve ekonomik yıkımdan öte hiçbir çözüm getirmemiştir.

Bugün 'demokratik çözüm' iddiasında olan HDP'nin teröre karşı açık tavır koymaması/koyamaması da çözümsüzlüğü büyütmektedir.

Oysa 'al birini vur ötekine…' denecek kadar yanlışlarla dolu olan bu iki yanlış eğilim dışında sorunun gerçekçi bir çözüm yolu vardır.

Tüm toplumsal sorunların çözümünde olduğu gibi, bugün ülkemizin temel sorunu haline gelen Kürt sorununun gerçek çözümü, bilim ve demokrasinin yol gösterdiği gibi; 'ortak üniter devletin koruyucu şemsiyesi altında yerel yönetimlerin yetkilerinin ve sorumluluklarının güçlendirilmesindedir…'

Katı merkezi yönetimlerin hantallığına ve antidemokratikliğine karşı yerel yönetimlerin yetkilerini attırmak; gerek üretkenlik gerekse katılımcı demokrasi açısından kaçınılamaz bir zorunluluktur.

Sözün özü, hem Eskişehir'de hem de Diyarbakır'da sorunların yerinde çözümüne olanak tanıyan yasal düzenlemeler yapılmalıdır…

Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla…