(Aşağıdaki yazı ve sonrasında devam edecek olan bölümleri, BBC TÜRKÇE NEWS internet sitesinden bire bir alınmıştır.)

***
İzmir'in işgalinin etkileri
Prof. Dr. Alkan, 1919'un ikinci yarısıyla birlikte İtilaf Devletleri tarafından Mondros Mütarekesi'nin özellikle 7'nci maddesi kullanılarak, savaşı sonlandıran bir anlaşma yapılmadan Türkiye'nin fiili işgaline başlandığına dikkat çekiyor.
Alkan, özellikle Yunan ordusunun İngiltere'nin desteğiyle 15-19 Mayıs 1919 tarihlerinde İzmir'i işgal etmesini 'hem Türkiye hem milli mücadele hem de Mustafa Kemal'in liderliği açısından dönüm noktası' olarak tanımlıyor.
İzmir'in işgalinin milli mücadelenin örgütlenmesi ve halk desteği toplaması üzerinde oynadığı kritik rol İngiliz istihbarat raporlarına da yansıyor.
İngiltere Yüksek Komiseri John de Robeck'in Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a 28 Ekim 1919 tarihinde yazdığı raporda, savaşı sonlandıracak anlaşmanın Osmanlı Devleti için 'ağır olması muhtemel şartlarının' uygulanmasının İzmir'in işgalinden önce çok daha kolay olacağı değerlendirmesini yapıyor:
'Mütareke ile ezilen ve yenilgiye uğratılan Türkiye, varlığını korumaya yönelik ufacık bir umut dışında her şeyden vazgeçmeye hazırdı.
Geniş halk kitleleri maliyetinden bihaber oldukları barış ve güvenliği arzuluyordu. Doğal olarak İstanbul enkazdan neleri kurtarabileceğini düşünmeye başlamıştı. Bu dönemde (İzmir'in işgaline kadar) barış anlaşmasının şartlarını uygulamaya koymak kolay olurdu.'
Yine aynı raporda, İzmir'in işgali 'o zamana kadar uyuşuk bir şekilde sağa sola giden karıncaların yuvasının dağıtılmasına', milli mücadelenin liderleri de o ana kadar 'her an dayak yemekten korkan yaramaz oğlanlara' benzetiliyor.
İzmir işgalinin 'direnişi başlattığına' dikkat çekilen raporda, 'Mustafa Kemal, Mayıs ayında (1919 yılı) müfettiş olarak Samsun'a gönderildi. Smyrna'da (İzmir'de) uykuda yakalanan Türkler canlandı. Bir Ermeni devletinin kurulacağını düşünmek için çok neden vardı ve birçokları da bir Pontus Rum devletinin oluşacağınu konuşuyordu. Ordu da yeni bir darbeyi engellemeye kararlıydı. Mustafa Kemal gelir gelmez bu bölgeyi hareketlendirmek için faaliyete geçti. İtilaf Devletleri'nin kontrolü dışında kalan Amasya'yı karargah olarak belirledi. Bu hareket devrimci ve tehlikeli bir niteliğe sahip gibi görünüyor' deniliyor ve şöyle devam ediliyor:
'Bu zamana (İzmir'in işgaline) kadar bu hareketin liderleri her an dayak yemekten korkan yaramaz oğlanlar gibiydi. İtilaf kuvvetlerinden herhangi bir muhalefetle karşılaşmayınca ve Merkezi Hükümetin gereksizliği ve muhtemelen işbirlikçiliği de fark edilince daha çok ön plana çıkmaya başladılar. Bitkin ve yozlaşmış İstanbul Hükümeti'nin Türkleri temsil etmediğini, Türkiye'yi mahvettiğini düşünüyorlar ve kendilerinin Türkleri temsil ettiğini, ülkeyi de yönetebileceklerini göstereceklerini söylüyorlar.'
Bundan birkaç gün önce, 20 Ekim 1919'da İngiltere'nin Karadeniz Ordusu Başkomutanı General Sir George Milne'nin Savaş Bakanlığı'na gönderdiği, oradan da Dışişleri Bakanlığı'na aktarılan bir istihbarat raporunda, Mustafa Kemal ve destekçilerinin olmazsa olmaz olarak tanımadığı üç konunun İzmir, Ermenistan ve Trakya meseleleri olduğu belirtiliyor:
'İzmir meselesi önemli. İzmir'de yaşananların o kadar büyük etkisi oldu ki, (Yunan güçlerinin) buradan ayrılması ve Türkiye'ye iade edilmesi artık her Türk'ün en önemli talebi haline geldi.
'Ermenistan meselesinin en kritik noktası, çok az Ermeni'nin kalmış olması ve bağımsız bir Ermenistan kurulması için yapılacak daha büyük planların çok büyük askeri güç gerektirmesi. Bu konuda çok yoğun duygular var. Damat Ferid'in Kabinesi bile çok sert talimatlar yayınlayarak, hiçbir Ermeni'nin geri dönmesine izin verilmeyeceğini ilan etti.
'Trakya meselesiyle ilgili yapılması düşünülen ayarlamaların milliyetçi hareket tarafından kabul edilemez olarak değerlendirileceğini gösteren herhangi bir gösterge yok.'
Bu dönemde yazılan raporlarda, İngiliz istihbaratının ağırlıklı olarak iki şekilde bilgi topladığı anlaşılıyor. Bunlardan ilkini, milli mücadeleye bağlı olduğu bilinen kişilerin iletişimlerinin dinlenmesi, ikincisini de İngiliz istihbarat ajanlarının sahada çeşitli kişilerle yaptıkları görüşmeler oluşturuyor.
***
Milli mücadele mercek altına alınıyor
1919 yılının sonlarına doğru, İngiliz istihbaratının da giderek daha çok Mustafa Kemal ve milli mücadeleyi mercek altına almaya ve Londra'ya uyarılar yapmaya başladığı görülüyor.
Yazılan ilk raporlarda Atatürk'ün adının dahi doğru yazılmadığını aktaran Alkan bu durumu, 'Yerinden gelen istihbarat raporları Kemalist hareketi, milliyetçi hareketi, direniş hareketini az çok doğru teşhis eden bilgilere sahip. Fakat öte yandan bunların Londra'da nasıl yansıdığına baktığımızda, bunun ciddi şekilde ele alınmadığını görüyoruz' diye anlatıyor.
Raporların yazıldığı dönemde henüz Soyadı Kanunu çıkmadığı için daha sonra Atatürk soyadını alacak olan Mustafa Kemal'den bu isimle ya da Mustafa Kemal Paşa olarak bahsediliyor.
Robeck'in Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a yolladığı raporda, yapılacak anlaşmanın uygulamaya sokulmasının her geçen gün daha da zorlaştığı belirtiliyor:
'İstanbul'da doğan ve Erzurum'da yuvalanan milliyetçi hareket, Yunan Bölgesi dışında Anadolu'nun tamamını kontrol edecek kadar genişledi ve Trakya'nın da önemli bir bölümünde varlık gösteriyor. Bazı Kürt, Arap ve Tatarların da sempatisini topladı. Merkezi Hükümet, İstanbul'da bir ilçe belediyesine, Milliyetçiler ile İtilaf Devletleri arasında aracıya dönüştü.
'Şu ana kadar her şey yolunda ancak Türkiye'ye sıkıntı yaratacak bir barış teklifi yapıldığında madalyonun diğer yüzü de ortaya çıkacak. Milliyetçiler örgütleniyor, moral topluyor, takibat yapıyor, eleman devşiriyor, para topluyor ve Türkiye'nin bölünmesine ya da yabancı devletlerin kontrolü altına girmesine karşı çıkmak için uyuşuk insanları canlandırmaya çalışıyor. Şu ana kadar da başarı sağladılar. Her geçen gün barış anlaşmasının uygulamaya sokulması daha da zor bir hal alıyor.'
Prof. Dr. Alkan, İngiltere'nin Osmanlı ordusunun dağıtılmış ve silahlarına da el konulmuş olmasından dolayı bir silahlı direniş olabileceği yönünde bir beklentisi olmadığına ancak 1919 yılının ortalarından itibaren bu ihtimali 'doğru şekilde tahmin eden' istihbarat memurlarının olduğuna dikkat çekiyor.
Alkan, 'Bu istihbarat memurlarının ilk gözlemlediği konu Türkiye'deki direniş hareketinin çok meşru bir yoldan kendisini ifade etmeye başladığı yönünde ki o meşru yol parlamenter yol. Bu durum, elbette parlamentonun doğduğu ülke olmakla övünen İngiltere için bir sürpriz. Kendisine karşı verilecek mücadele de seçim ve parlamento aracılığıyla verildi' diyor.
General Milne'nin hazırladığı raporda da benzer değerlendirmeler yer alıyor. Raporda, millici hareketin Türkiye'de kamuoyunun desteğini topladığı ve destekçilerinin de önemli pozisyonlara getirilmeleriyle bu desteğin giderek arttığı belirtiliyor.
Milne, millici hareketin o dönemde silahlı direniş fikriyle 'flört ettiğini' ifade ediyor:
'Bu yolu tercih etmeleri durumunda ateşle oynamış olacaklarının ve felakete yol açacaklarının farkındalar. Ancak silahlı mücadele fikrini Barış Konferansını etkilemek için istiyorlar. Zira halkın bildiği tek örgütlenme biçimi de bu.
'Barış Konferansı'nda Türkiye için çok ağır sonuçlar doğuracak kararların alınması ve İstanbul'daki yöneticilerin isyankarları kontrol altında tutamaması halinde millici hareket, İtilaf Devletleri'nin askeri planları üzerinde büyük etki yaratır. Halk silahlı ve ilk kez birlik olmuş durumda. Milliyetçi bir ayaklanma olması halinde kullanılması gereken askeri gücün boyutlarını hesaplamak zor.'
YARIN DEVAM EDECEK…