“Yataktan geç kalkmıştım. Güzel, temiz bir otelin tadını çıkarıyordum. İlkin tıraş oldum.

Sonra banyoya girdim. Telefon çaldı. Telefon eden otel katibi;

“Bir bey sizinle görüşmek istiyor efendim,” dedi. Sordum:

“Kimmiş?”

Anladığıma göre, otel katibi de benimle görüşmek isteyene kim olduğunu sordu, sonra bana;

“Hayranlarınızdanmış efendim. Sizinle telefonda görüşmek istiyor…”

Herhangi biri olsa, ya reddeder ya atlatırdım. Ama “hayranlarımdan” olunca durum değişiyordu.

Kulübün lokanta salonuna geçtik. Oturacağım sandalyeyi altıma sürdü. Listeyi bana verdi:

“Ne alırsınız içkilerden efendim?”

“Teşekkür ederim, gündüz içmem.”

Yemeye başladık.

Yanımızdan geçen birinin kolundan tuttu.

“Bak, ne sürpriz!...” dedi, “şimdi beyefendinin kim odluğunu söylesem şaşarsın…”

Öbür adam,

“Tanımaz mıyım hiç efendim, tanımaz mıyım… Maşallah, maşallah…” diyerek sandalyeyi çekip yanıma oturdu. Yani, sıkıntı birken iki oldu.

“O yazıları nasıl da yazıyorsunuz beyefendi, hayret valla…”

Pohpohlamaları hoşuma gitmiyor da değil, gidiyor gitmesine, ama yine de sıkıldım. Suratımda bir utangaç gülümseme. Bu kez ikisi birden tutturdu:

“Onlar yazılır şeyler değil efendim… Bir şaheser her biri… O yazıları nasıl yazıyorsunuz?”

“Basbayağı yazıyorum işte…”

“Hani senin bir yazın vardı… Ne yazıydı be! Hani olursa bu kadar olur…”

Konuşma ilerledikçe daha da açıldılar.

“O yazıları nasıl yazıyorsun be… Bir daha anlat allaşkına…”

“Valla bilmem ki… Yazıyorum işte.”

Gelenler arttı. Masamıza bir masa daha eklediler.

Beni buraya getiren, onunla samimiyetimiz beş on dakika daha eski olduğundan, yeni gelenlere benim reklamımı yapıyor:

“Siz onun böyle mıymıntı görünüşüne bakmayın… Tanımayan biri, adam yerine bile koymaz. Ama çok iyi yazardır yani…”

“Hani sen inceleme için bir yazı yazmıştın, hatırladın mı?

“Evet…”

“Ne yazıydı o be… Vay anasını…”

İçlerinden birisi tarta tarta, sarsa sarsa, sözde ensemi okşadıktan sonra,

“Yazar maşallah yazar…” dedi.

“Ulan, o kadar yazıyı ne zaman yazıyorsun be… Yuf! Vay anasını…”

Benim yerime, oradan başka biri cevap verdi:

“Yazar namussuz yazar…”

Bozuldum ama hepsi de hayranlarım olduğu için sesimi de çıkaramıyorum.

Biri sırıtarak yanağımı makasladı:

“Zehir gibi yazıyor hergele…”

Dalga mı geçiyorlar, ciddi mi konuşuyorlar, onu da anlayamıyorum. Anlasam, sanki ne yapacağım? Hiç…

Şöyle biraz ciddileşeyim de kendilerine gelsinler diye düşündüm. Suratımı asıp kaşlarımı çattım, ama pozumu almaya kalmadan, biri enseme bir tokat patlatıp,

“Hayt aslan beee!” diye bağırdı.

Yanımdaki de boş böğrüme bir dirsek atıp,

“Ulan alçak, döktürüyorsun be!” dedi.

***

Geçenlerde bir tanıdığa rastladım.

“Yazılarını okuyorum,” dedi.

İyi, güzel.

Elini omzuma koyup,

“Döktürmüşsün yine!” dedi.

Aziz Nesin’in yukarıdaki, “Derin Saygılarımı Sunarım” hikayesi geldi aklıma.

Böyle olur işte, bizde okur yorumu!

Bununla kalsa, yine iyi. İyi kötü, sığ mığ yenilir yutulur bu kadarı.

“Uydurup uydurup yazıyorsun!” dedi. “Balıkçı İhsan kim? Olsa öyle biri ben de tanırdım!”

Ne diyeceğimi şaşırdım.

Eşeğe gerdan kır demişler, eşek çifte atmış!