Atatürkçülüğün, laikliğin, yurtseverliğin, cesur gazeteciliğin simgesi olan Uğur Mumcu 24 Ocak 1993'te otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetti.
Uğur Mumcu,1987 yılında yazdığı bir yazısında 'tarikat-siyaset-ticaret' üçgeninin Türkiye'nin başına nasıl sorunlar açacağını söylemişti. Ona göre bu üçgen aslında 'emperyalizmin de ortak olduğu ve onun desteğiyle gelişen bir tuzaktı;'
'Siyaset ticarete, ticaret siyasete, din de her ikisine araç edildi mi artık bu sömürünün sonu gelmez. Din ticareti ile meşgul olanlara bakın, hemen hepsi milyarder. Yalnızca Türk Lirası ile milyarder değil bunlar; dolar milyarderi, mark milyarderi olmuşlardır birçoğu.
Bir kolumuz siyasette, öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız da tarikatlarda…
Bir üçgen bu… Ticaret, siyaset, tarikat üçgeni…
Bunlar dindarların sahtecileridir. Zavallı yoksul Müslüman yurttaşların kanlarını emenler de bunlardır. İnanç sömürücüleridir bunlar.
Atatürk'ün laiklik ilkesinin ne kadar yararlı, ne kadar gerekli olduğunu bu din sahtecileri ortaya çıkınca daha iyi anlıyoruz.'
Hayali ihracatlar, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, Papa'ya yapılan suikast, terörist başı Apo'nun karanlık ilişkileri, 'tarikat, siyaset, mafya' bağlantıları Mumcu'nun masasındaki dosyalardı.
Bu dosyalar 'fincancı katırlarını' ürkütüyordu.
SÖZDE İSLAMİYET VE ETNİK MİLLİYETÇİLİK!..
1980'lerin ikinci yarısında Rabıta ile başlayan, Hizbullah ve FETÖ ile sürdürülen sözde İslami yapılanmanın yanı sıra; PKK'da 'üfürülen' etnik milliyetçilik rüzgarları ile palazlandırıldı.
Bu süreçte, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin Türkiye üzerindeki planlarını çözen yurtsever gazeteciler, yazarlar, asker ve polisler birbiri ardınca yok edildiler.
Bu hain suikastlar, her türlü demokratik oluşumu bastıran ortamlar yaratırken, toplum giderek 'mağdur ve mazlum' rolünü oynayan 'dinci ve otoriter' kesimlerin etkisine girmeye başladı.
Uğur Mumcu 1993 yılında, 'Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra general vs. olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar' diye yazmıştı. Bu sözler 'hiçbir iktidar' tarafından dikkate alınmadı.
'KÜRT SORUNU NASIL ÇÖZÜMLENİR?'
Mumcu daha o günlerde, Ortadoğu haritasının yeniden planlandığını anlamıştı. Bu oyunun Türkiye senaryosunu ve figüranlarını açıklarken şöyle diyordu;
'Kürt sorunu, ülke topraklarından parçalar kopararak değil, din ve mezhep ayrımlarını silahlı çatışmalarla körüklemekle değil, ABD ve CIA destekli Kürtçülükle değil, Edirne'den Ardahan'a, Ağrı'dan İzmir'e, Diyarbakır'dan Antalya'ya kadar her yerde 'insan haklarına saygıyla' çözümlenir.
Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e, Alevi'yi Sünni'ye düşman eden bu emperyalist siyasetin Türkiye'ye neler getireceğini görmemek için kör ve sağır olmak gerekir. Ya da 'gaflet, dalalet ve hıyanet' içinde olmak!'
Uğur Mumcu'nun öldürülmeden 17 gün önce kaleme aldığı köşe yazısında PKK –MOSSAD - CIA ilişkisini açıklarken bir soru sormuştu;
'Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa, CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında ne işi var? Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?'
29 yıl önce sorulan bu sorunun yanıtı sanırım bu günlerde daha netlik kazandı...
'VURULDUK EY HALKIM BİZİ UNUTMA...'
Uğur Mumcu, Abdi ipekçi, Muammer Aksoy, Cavit Orhan Tütengil, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, A. Gaffar Okkan gibi daha birçok yurtsever insanımızın öldürülmeleri, amaçsız bir terör saldırısı ya da tesadüfi bir cinayetler zinciri olabilir mi?
Bu insanlar karanlık ihanet çetelerinden, soygunculardan arınmış, barış içinde insanca yaşanan, demokratik ve laik bir Türkiye istiyorlardı.
Ne yazık ki ödülleri haince katledilmek oldu.
Onları özlemle, saygıyla anıyoruz. Ancak; faili meçhul cinayetlerin çözülmesini 'namus borcu' sayan devletin, bu borcunu tam olarak ödeyebildiğini hala söyleyemiyoruz.