Eskişehir'in hikayesi, aslında hepimizin hikayesidir…
Burada başlamış, burada devam eden ve burada bitecek olan…
Bu şehrin hikayesi,
Biraz Orhan Oğuz'dur, çokça Yılmaz Büyükerşen'dir,
Firuz Kanatlı'dır, Cemalettin Sarar'dır…
Kör Kamil'dir, Tatlı Dil Köftecisi, Papağan çibörektir…
Bu şehrin hikayesi,
Benim, senin, şehrin caddelerinde sıkça rastladığımız ama bir türlü adını bilmediğimiz Eskişehirlinin hikayesidir…
Bu şehrin hikayesi,
Hepimizin hikayesidir…
Hepimizin birlikte inşa ettiğimiz,
Çatısı altında birlikte yaşadığımız, birlikte ıslanıp, birlikte ısındığımız şehrin hikayesidir…
Bulduğumuzda,
Islak bir yavru gibi çaresiz olan,
Kuruttuğumuz, ısıttığımız, doyurduğumuz, sonra da bize yoldaş olan, arkadaş olan bir şehrin hikayesi…
Hikaye,
Bu şehre aittir ve hepimize, her birimize…
Eşimize, dostumuza,
Oğlumuza, kızımıza,
Torunlarımıza, onların arkadaşlarına ait bir hikayedir sözünü ettiğimiz…
Yola birlikte çıktığımız yoldaşlarımızı asla terk etmememizin,
Açlıksa açlık, tokluksa tokluk, gün yüzüyse gün yüzü, alaca karanlıksa alaca karalık…
Ne varsa ona verdiğimiz,
Aldığımızın, alamadığımızın hikayesidir, bu şehrin hikayesi…
Dargınlıklarımızın,
Kırılmışlıklarımızın,
İnatlarımızın, özverilerimizin,
Evimizin, ailemizin, sevdiklerimizin, sevmediklerimizin hikayesidir bu şehrin hikayesi…
Bu şehrin hikayesi,
Hepimizin hikayesidir…

***

Şimdi, birileri, bu hikayenin orta yerinden girip, değiştirmek istiyor…
Bilmediğimiz, tanımadığımız ve tanımak da istemediğimiz bir dünyanın kapılarını açmaya çalışıyor,
Her birimiz bir koyun gibi atlayalım diye öbür tarafa…
Oysa
Biliyoruz ki, öbür taraf yok…
Atladığımızda, kendimizi bir büyük boşlukta bulacağız ve çakılacağız kayalıklara, saatte 80 kilometre hızla…
Ve yazmadığımız,
Yalnızca yaşadığımız, birbirimize fısıldadığımız bir hikaye kalacak geriye…
Bizim hikayemiz, bu şehrin hikayesi…

***

Şimdi tutunmak zamanı…
Sıkı, sıkı…
Aman vermeden, fırsat vermeden,
Dayanmak zamanı…
Hikayemizi, gelecek nesillere kendi sesimiz, kendi ruhumuz ile anlatmanın zamanı…