Bilinmeyen bir zamanda…
Dünyanın bilinmeyen bir ülkesinde…
Aydınlık ve güzel insanların yaşadığı, umutlu düşlerin beyaz kır çiçekleriyle sarmaş dolaş olduğu bir ülkede…
Sinsi…
Karanlık…
Ve can yakıcı…
Karanlıklar prensinin kayalıklara oyulmuş şatosunda hain planlar yapan gece kuşları varmış…
Aşağıdaki ovada, bereketli topraklar üzerinde kurulu ülkede, yaşamın küçük ayrılıkları, büyük acıları, varlıkları, yokluklarıyla yaşayıp giden insanlar, gece kuşlarının hain planlarını bilir ama çaresizce başlarına gelecekleri beklerlermiş…
Zamanla gece kuşları kılık değiştirip, seslerini güzelleştirip, dudaklarında güzel hayat şarkıları mırıldanarak…
Yavaş yavaş…
Ağır ağır…
Ovaya doğru inmişler…
İçinden masum insanların kanlarının aktığı kötülük ırmakları gibi…
Kötülük çiçekleri gibi, yuvarlanarak aşağılık edenlerinden nazgullerin…
Önce mesafeli, sonra iyi niyetli, en sonunda safça bir hoyratlıkla kabul etmiş insanlar, kayalıklardan inen Karanlıklar Prensi'nin yalanlarını…
Ve giderek çoğalmışlar, aynı bir elmanın içindeki kurt gibi, kurdun yavaş yavaş kemirmesi gibi hayatın ve dünyanın özünü, öyle kemirmişler ülkenin güzelliğini…
Sinsi…
Karanlık…
Can yakıcı…
***
Her nefes alışlarında artık canlarının daha çok yanıyor olduğunu fark etmeleri uzun sürmeyecek…
Güzel ülkenin güzel insanları giderek daha çok acı çeken, giderek daha fazla cehennem azabı çeken insanlar olup çıkmışlar…
Masal bu ya,
En sonunda zamanın gediğine inanan prens inmiş kayalıklardaki kötülük şatosundan…
Ağır çizmeleriyle ezmiş bereketli toprakları…
Tepesinde uçuşurken çiçekler, her biri acınası bir gölge olmuş…
Yalanlardan örülü bir taçtan başka ne beklenir ki…
Masal bu ya;
Denize düşen iyi insanlar son çare yılana sarılırlarmış, o yılan ki sarıldığımız, zehirli okları gözlerinden yayılır tüm bereketli topraklara…
İnancın ve ikiyüzlülüğün kedersiz buluşması, yağmış ülkenin üzerine kara bulutlar gibi…
Ağlayan ve inleyen insanların sesi her seferinde kayalıklara çarpıp geri gelmiş…
Ve şöyle bir yalan söylemiş Prens, dudaklarını büzerek…
'Ey büyük aldanış,
Ey yılların unutulmuş sözleri…
Kanmayın bana…
Eğer size söylediklerimde en küçük bir tereddüt duyarsanız ve…
Benim sizinle geçen ömrümün ve benden öncekilerin ve sonrakilerin benim ömrümü örnek almaları tek dileğim…
Ve ekmekleri
Açın bana kapıları…
Sizin gücünüz belki güçle değil ama yıkılır tüm yalanlarımla benim…
Bırakın beni,
Size sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü vereyim…'
***
Önce küçük yalanlar…
Sonra büyükleri teker teker, ağulanmış her biri..
Bereketli topraklar üzerinde önce çiçekler solmuş, sonra güneş terk etmiş,
Ve duru sular çekilmiş hiç iyileşmeyen yaraların içine doğru…
Kandırıldıklarını anladıklarında iyi insanlar,
Kendilerinden koparılıp alınmış tüm inançları ve oğulları ve ekmekleri, çok uzak ve tekinsiz bir ormanın en kuytu köşelerine kaçmaktan aşka çareleri yoktu artık…
Artık Kötülükler Prensi bereketli topraklarda, iyi insanlar ormanların kuytularında…
Ve yeni bir savaş başlamış…
İyilikle kötülük arasında…
İnsanlık var oldukça, var olacak ve hiç bitmeyecek bir savaş…