Şükür yüz binleri geçti.
Günlük yapılan koronavirüs testlerinden bahsediyorum.
Günlük test sayısının daha artması temennimiz tabii ki.
Zira 'uzman' (!) unvanıyla ekranları ve sütunları işgal edenleri dinledikçe, vücudunda en ufak fiziksel/biyolojik değişim hisseden yurttaşı 'endişe' kaplar oldu.
Oysa baştan ne iyi başlamıştık. Belirti olarak 'yüksek ateş, kuru öksürük, nefes darlığı' etrafında bir 'semptom sınırı' çizilmişti.
Zaman geçtikçe bir insan bedeninde olabilecek kas ağrısından göz kararmasına, ishalden hıçkırığa kadar her belirti listeye dahil edilmeye başlandı.
Liste yayıldıkça, kendinden emin olmak isteyen yurttaşın 'test beklentisi' de yükseldi.
***
Bu arada güven veren dili, sempatik yaklaşımı, olgun duruşu, mücadele içinde yorgun düşmüş görüntüsüyle yurttaşın kalbine girmeyi başaran sağlık bakanının;
Kendinden değil ama bakanlığında görevli bürokratlardan kaynaklı bazı uygulamalardan gelen pis kokular çevreye yayıldıkça, gönüllerdeki itibarı zedelenmeye başladı.
Belki söylentidir. Ama özellikle test kiti tartışmaları esnasında dört bürokratın istifa etmesi, bir bürokratın görevden alınması haberleri ulaşınca, ister istemez örtünün altına bakma isteği oluştu kamuoyunda.
'Ateş olmayan yerden duman çıkmaz' savıyla konu üzerinde tartışılmaya, konuşulmaya, gerçeklerin etrafına ekler yapılmaya başlandı ve söylence dünyasına aktarılıverdi.
Gerçeklerin çevresine doldurulanları ayıklayıp topluma gerçekleri anlatma, gösterme görevi de sayın bakanın tabii ki…
Böylesine olağanüstü günlerde yerli kit üreten 12 firmanın hepsinden hizmet almak yerine, neden sadece yandaş olduğu iddia edilen bir firmayla anlaşma yapıldığı sorusuna ve savrulan yolsuzluk iddialarına cevap bulabilmeliydi.
***
Ortadaki küçük ateşi söndürmek için kamuoyunu ikna edici bir açıklama yapılmayınca, yurtdışındaki laboratuarların raporuna göre PCR testlerinin doğruluk oranının 'yüzde kırk'ları geçmediği iddia edilince de, küçük ateş yellenmiş ve büyütülmüş oldu.
Test kitlerinin pozitif/negatif duyarlığının net olarak açıklanması beklentisi artıkça arttı.
***
Bakanlıktan ayrı, sahada bizzat çalışanlardan ayrı, reyting peşinde koşan sözde bilimsel (!) şahıslardan apayrı, güvenle konuşan vakur görüntülü bilim adamlarından ayrı bilgiler geliyor kulaklarımıza.
Birileri dünyanın en iyi sağlık sistemine sahip olduğumuzu anlatırken oluşan gururumuz,
Diğerinin anlattıklarını dinleyince ilkel bir kavmin üyesi olma hissine sürüklüyor hepimizi.
Siyasi kimlikleriyle yorumlar yapmaya çalışan medyatikleri diledikçe delirmeye yaklaşır olduk.
'Oynatmaya az kaldı.'
***
Tam da kitlerin güvenirliğinin yüzde kırk olduğu açıklanırken, yolsuzluktan görevden alınanların haberi ulaşmışken, birileri yeni testlerin 'yüzde doksan üç'lük güvenilirliğe sahip olduğunu söyleyiverdi.
Dünyadaki bilim çevreleri en iyi testin bile yüzde 60-70 arasında güvenirliği olduğunu söylerken, bizim testlerin güven endeksi birden 40'lardan 90'lara çıkıverdi. (!)
Tabii ki yurttaşa pek inandırıcı gelmedi bu. Test konusunda netlik yok, duyumlarla yetinmek zorunda kalıyoruz.
'Bulanık bilgiler denizi'nde yüzer gibiyiz.
***
Bilgiyi gizlemek, kurumların itibarını zedeleyen bilgi kirliliğinin en önemli nedenidir. Bulanık ortamda her türlü söylenti üretilir.
Eksiğiyle, hatasıyla, sevabıyla doğru bilgi kamuoyuyla paylaşılmalı ve zihinler berraklaştırılmalıdır.
***
İyilik, kötülüğü de doğurur. Bakanın ve sağlık camiasının iyimserliğinden kimse kuşku duymuyor.
Ancak 'cehenneme giden yol, iyilik taşlarıyla döşenmiştir' sözü de akıldan çıkmıyor.
Halkın güvenini kazanmış bir sağlık bakanımız varken;
Öyle ya da böyle, güvenirliği yüzde 40 olan test kitlerine mahkûm edilmişsek eğer, kendimizle ilgili virüs kapmış olma ihtimalimizi anlamak için ne yapalım?
Yoksa bilinme ihtimali yüzde 50 olan bir yola başvurarak;
'Yazı tura atsak daha iyi olur mu acaba?'