'No' filmini izlediniz mi?
Bir sohbet esnasında kulağıma değdi; internet üzerinden izledim, öyküsünü okudum.
Şili'nin yakın tarihi (1988) beyaz perdeye taşınmış.
Şili'nin ilk sosyalist lideri olan Allende'yi, ABD'nin yardımıyla devirerek iktidara gelen Diktatör Augusto Pinochet'nin, 15 yıl süren görev süresini, 8 yıl daha uzatmak amacıyla ülkeyi baskı merkezli bir referanduma götürmesini ve kampanyaları ele alan bir film.
Muhalefet bu fırsatı kullanıp Pinochet'yi alaşağı edebilmek için 'hayır' odaklı ciddi bir reklam kampanyasına başlıyor.
Baskılar ve uygulanan hileler yüzünden kaybedileceğine kesin gözüyle bakılan kampanya, genç bir reklamcının parlak fikirleriyle ateşleniyor ve toplumsal dinamikleri harekete geçiriyor.
Televizyonda kendilerine tanınan 15 dakikalık kısıtlı zamanda birlik ve beraberlik ruhuyla demokrasi aramanın ötesine geçiyor; hayallere, mutluluğa ulaşma arzularını hedefliyor ve herkes için olumlu anlamları, çağrışımları olan bir kampanyaya dönüşüyor.
Sonuçta % 55 ile 'hayır' kazanıyor. Pinochet referandum ile giden ilk diktatör oluyor. Hem de kendi destekçisi kapitalizmin en önemli aracı 'reklam marifeti'yle.
Pinochet işlediği suçlardan kendisi aleyhine açılan davalardan yargılanamadan 91 yaşında öldü.
***
Tam bir referanduma giderken 'No' filmini izlemek ilginç olacaktır. Mutlaka alınacak dersler vardır.
O günlerin Şili'sinde, insanca yaşam için verilen mücadeleyi anlamış oluruz belki.
Mesela Şili referandumunda 'yetmez ama evet' diye bir yaklaşımın olmadığını.
'Ya evet, ya hayır!' olduğunu…
***
Şili bir istisna.
Genelde otoriter rejimler iktidarını devam ettirebilmek için her yolu mubah sayar.
Hüsnü Mübarek, Saddam, Kaddafi, hatta Putin'in seçildiği seçimlere bakarsak, otoriterlikleriyle doğru orantılı bir sonuçla kendilerini tekrar tekrar seçtirdiklerini görürüz.
Onlar için güvenlik, yargı, medya, basın üzerine kurulan baskı; koltuk, mevki ve imkan dağıtımıyla elindeki devlet gücünden sonuna kadar yararlanarak, denetim dışı bırakılacak bütçeyle bir seçimi kazanmak çocuk oyuncağı gibidir.
Muhalefetin işi de hayli zorlaşır, seçim bir formaliteye dönüşür.
***
Toplumsal dinamikler, toplum hayatının içindeki yaşam biçimleridir.
Huzurdur, güvendir, komşuluktur, dostluktur, barış içinde yaşamaktır, sevgidir, saygıdır, geçimdir, spordur, sanattır, müziktir…
En önemlisi de mutlulukla atılan bir kahkahadır.
Benim ilginç kabul edeceğim kampanya,
Ağırlıklı olarak kan, gözyaşı ve baskı üzerine değil,
Mizahın eleştirel gücünün sayfalar dolusu anlatılardan daha etkili olduğu bilincine vararak,
'Daha fazla mizah, inadına mizah' çizgisine taşınmış olanıdır.
***
Baskının ve ayrıştırıcı politikaların had safhada olduğu ülkemizde, verdiğim örneklerdekine benzer baskıcı uygulamaların olmayacağına inanmak istiyorum.
Demokratik yolla gelen iktidarın, kendisini getiren sisteme saygılı davranacağını sanıyorum.
Ülkemizde sandık özgür. (!)
Sandık özgür de, 'sandığa giden yol sancılı!' Yargı, temsiliyet, ifade özgürlüğü, adalet vb. konulardaki sıkıntılar herkesin malumu.
Bakacağımız gösterge, bizim demokrasi skalasındaki yerimiz olacaktır.
***
Hukuk ve parlamentonun kısmen askıda olduğu,
Gazetecilerin ve milletvekillerinin hapiste olduğu,
Farklı düşünenin vatan haini ilan edildiği,
Basın, medya ve sosyal medyada karşıt fikir üretenlerin başına türlü işlerin geldiği,
OHAL zamanında seçime gitmek, demokrasinin en önemli ayıbı olacaktır.
Uygulayıcının iyi niyeti (!) sandığa gölge düşmesini önleyemeyecektir.