12 Mart 1971 Muhtırası, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra verilerek hükümetin istifaya zorlandığı askerî müdahaledir.

Muhtıra; hukukun üstünlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne, demokratikleşme çabalarına vurulan ağır bir darbedir. Bu nedenle dönemin yurtsever gençlerinin “emperyalizme, faşizme, feodalizme ve işbirlikçi burjuvaziye” karşı direnişlerini bir kez daha anımsatmanın; genç kuşakların mevcut duruma nasıl gelindiğini anlamalarına yardımcı olacağını umuyorum.

“DEMOKRASİNİN ÜZERİNE ŞAL ÖRTENLER”
Muhtıranın verildiği ilk günlerde, mevcut İktidarın sivil faşizme geçtiğini ve anayasaya aykırı faaliyetlerin içine girdiğini düşünen bazı solcu kuruluşlar destek mesajları verdiler. Ancak, “işin rengi” kısa sürede belli oldu.
12 Mart'ta muhtıra verilmesini 'hızlandıran' nedenlerden biri de, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde '9 Mart Cuntası' olarak adlandırılan 'Sol Kemalist' yapılanmanın varlığının ortaya çıkması oldu.
12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından, Başbakan Süleyman Demirel, Cuntacıların hükümete istifa baskısını kabul ederek “şapkasını alıp gitti”.
Askerler “ipleri kendi kontrollerinde” partiler üstü bir hükümet kurulmasını istediler. Nihat Erim'e hükümeti kurma görevi verildi ve 'Demokrasinin üzerine şal örtülmesi süreci' başladı.

12 MART 1971 ÖNCESİ TÜRKİYE SOLU…

1961'de kurulan ve 1965'te 15 milletvekili ile TBMM'ye giren Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye solu için ilk birikim alanını oluşturmuştu.
1960-1965 döneminde soldaki en önemli oluşumlardan biri de; Sol Kemalist nitelikli “Yön Hareketi” olmuştu.
Doğan Avcıoğlu'nun “Türkiye'nin Düzeni” kitabı ile “Yön ve Devrim dergileri” tüm Devrimciler ve Kemalist subaylar tarafından dikkatle takip ediliyordu. Nazım Hikmet'in yıllarca yasaklı olan şiirleri ilk kez Yön'de yayımlanmıştı.
İstanbul'da Devrimci Öğrenciler Birliği (DÖB), Ankara'da ise daha sonra DEV-GENÇ'e dönüşen Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), Sol/Sosyalist/Devrimci gençlerin en önemli örgütleriydi.

Bu dönemde, DİSK ve TÖS, demokratik mücadelenin ön saflarında yer alıyor, işçi ve köylü hareketlerine büyük destek veriyordu.
Kırsalda, fabrikalarda ve üniversitelerde güçlenen solun toplumsal meşruluğunun giderek artması ve yaygınlaşması, Amerikan emperyalizmini, işbirlikçi burjuvazi ve feodalizmi korkutmaya başlamıştı.
“İKTİDARA GİDEN YOL” TARTIŞMALARI…

1968 yazı dünyada yalnız büyük öğrenci gösterilerine tanıklık etmedi.
Çekoslovakya'nın kanlı işgali Türkiye solunun Sosyalizme yönelik kendi içinde yaşadığı ilk sarsıntıydı.

Sosyalist düşüncenin giderek yaygınlaşması “iktidara giden yol” konusunda  “Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim” tartışmalarını da beraberinde getirdi.
1968 sonlarından itibaren üniversitelerdeki sosyalist devrimci gençliğin en güçlü temsilcisi olan (FKF) Fikir Kulüpleri Federasyonu'na (MDD) Milli Demokratik Devrim düşüncesi hakim oldu.
MDD (Milli Demokratik Devrim) tezine göre; “Türkiye emperyalizmin etkisinde, feodal yanı ağır basan bir yarı-sömürgeydi ve bu nedenle sosyalist devrimden önce; emperyalizme, feodalizme ve işbirlikçi burjuvaziye karşı “milli devrim” yapılması gerekiyordu.”

1969'daki kurultayda FKF, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev Genç)  adını aldı.
Bu kurultayda Mahir'in “Kişiliklerinde devrim yapamayanlar, devrimci olamazlar” sözünü kimin yüzüne karşı söylediğini o günü yaşayan bizler çok iyi biliriz.

Bu süreçte en çok benimsediğimiz (hala çok sevdiğim..) slogan ise: “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganıydı….
DOĞU PERİNÇEK VE “BÖLÜNME”
1969 yılında, üniversitelerin ve sokakların hakim gücü Dev-Genç içinde en büyük bölünmeyi Doğu Perinçek'in başını çektiği Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) grubu yarattı.
Dev-Genç içinde “çok yönlü” saldırılara karşı mücadele eden Devrimciler; kendileri ile çatışan PDA'lıları, “Kampüs Maocuları” hatta “Maocu Bozkurtlar” olarak nitelendiriyorlardı.
Bu karışık gruplaşma, birbiri içinden koparak durmaksızın çoğalan ve “günümüze kadar süren” Türkiye Sol/Sosyalist/Devrimci hareketinin çok parçalı, bölünmüş, “fraksiyonlu” yapısının başlangıç noktasını oluşturdu.
KAÇ NESİL YOK EDİLDİ?'
12 Mart Muhtırası'nı verenlere göre “toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi aşmıştı.” Bu sözlerin anlamı açıktı; sendikal bilincin gelişmesi ile hak arayanların, grev yapanların, bozuk düzene baş kaldıranların başı ezilmeliydi.  

Muhtıra sonrası, Türkiye İşçi Partisi, DİSK, TÖS ve Dev-Genç kapatıldı. Bu süreçte, çok sayıda bilim insanı, yazar, gazeteci, üniversite öğrencisi ve öğretim üyesi, öğretmen, işçi, memur gözaltına alındı. Özel işkence köşkleri (!) kuruldu. Ülkesinin ve halkın çıkarlarını kendi yaşamlarından bile önde gören, okuyan, düşünen, sorgulayan yurtsever bir nesil “karşıt görüşlü çatışmalar körüklenerek” yok edildi.
Kabına sığamayan gençliğe gözdağı vermek için Deniz, Yusuf ve Hüseyin idam edildi.

53 YIL SONRA...

12 Mart Muhtırası’ndan 53 yıl sonra; insanca, hakça paylaşımcı bir dünya için emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine direnen, bozuk düzene kafa tutan, tüm insanların derdini kendi derdi bilen; bu yüzden dağda bayırda, işkencelerde ve idam sehpalarında yaşamlarını kaybedenler “doğruları ve yanlışlarıyla” hiç unutulmadılar…